[Mesela] taş..
Kimi için “cansız” bir cisim, maddedir o. İşte doğada bulunan şeylerden biri. Doğanın parçası. En çok alıp, denizde en ileriye atar, ya da kaydırak yapar.
Şöyle “sanatsal” bir mizacı olan başka bi çeşit bakar ona; “ayy ne şekerrr, çok güzel bu yaa, bak çizgilerindeki orjinalliği görüyor musun? Sanki doğanın bütün izlerini taşıyor. Sanki bize bi şeyler söylemek istiyor gibi….” Bi şeylere de benzetebilir onu. Bi takım şekillere. Alıp evinde bi güzel köşeye de koyabilir.
Daha kallavi bir “sanat mizacı”na sahip olan da belki onda toprak ana’nın memelerini görür. Dağ gibi memeleriyle toprak ana herşeyi besliyordur. Toprak olup ağaçlara karışır, binbir meyve verir o memeler; su olup denizlere ulaşır, insanın damarlarında dolaşır; taş olup dürülür medeniyetler kurar…
Bir barbar içinse sevişirken sevgilisinin başının altına koyduğu taştır. Onunla ateş çıkarır, mızrağının ucuna takar, üstüne oturur, şöyle biraz şekillicelerini de sevgilisine kolye yapar belki. Onunla birliktedir, hayatının içindedir o, birlikte yaşarlar. Bakarsın kendi yeryüzünün kutsalı bile yapar onu, hürmet bile edebilir ona. Ama bu sevgilisinin boynuna kolye yaparkenki mizacından pek farklı değildir.
Tüm bunların daha ötesine bilem geçen birinin (kimi zaman bunların herbirinden habersiz, Hüdayi Nabit; kimi zaman bir bir bunların içinden geçerek) kimbilir gördüğü görmediğidir. İlk, alışıldık, bilinen karşılıklardan, söylediklerinden çok söylemedikleri verir bir kelimenin anlamını. Bu zaman zaman bir köpek leşi gördüğünde “ne güzel dişleri var” diye seyre dalanın hali ile karıştırılabilir (ha bi de bu vardır tabii. Diyebilir ki bu “taş O’nun emirber bir neferidir.” Eyvallah) Lakin o ne kendi mizacından, ne âlemlerin mizacından bakar; hem kendi mizacından hem âlemlerin mizacından bakar. Hem kendi, hem âlemlerin mizacının içinde aktığı şeyedir onun bakışı. Orayı bulunca görüş mörüş silinir orada. Orası hiçbir şeydir, hiçtir; hiiççççteyiz.
O verir herşeyin bize verdiğini. Orada taşa hareketini, işleyişini O verir. Bakarsın oniki pınar olur fışkırır bağrından; bakarsın… Gassalın elinde meyyit gibidir orada başta taş. Taşakeser de , Varlığı sarıp sarmalayıp, sıkıp sıkıştırıp oturtuvermiştir kalbine. Dokunsan Varlık fışkırır. Burası ne bir mekan, ne bir hal, ne bir görüştür. Yerden, yurttan azadedir (feylesof abilerimin yurtsuz yersizlikleri değil ha bu). Yersiz yurtsuzdur. [İmdi itibarı manaya sahip olsa bile tarihi anlamıyla burası Türklük durumuna sığışamayacağı gibi, daha “eskiye” de yüzünü dönebilecek, “insanın yeryüzü macerası”nı bir yönüyle kucaklayabilecek bir “Müslümanlık” durumuna da sığışamaz.] Göçmen kuşlar da gelip konar oraya. Burası Hiç’tir.. Hiçbişeydir yani. Taş gibi, taşkesmiş, taşakesmiş. Dokunsan, dokunsa, dokunabilsen, dokunsana; Çağlar Varlık.
Kuram, muram bilmeyen bir garibanın taşbakışıdır.