Bir yazıya başlarken eğer yazacaklarınızı önceden tasarlamadıysanız, en zor safha hiç kuşku yok ki yazıya hangi cümlelerle başlanacağını belirleyeceğiniz o en can sıkıcı safhadır. Kelimeler gidip gelir, defalarca yazılıp silinir, yeniden yazılır yeniden silinir. Üstelik muhtemel ki yazmak istediğiniz pek çok şey vardır ama yazamazsınız.
Kolayına kaçıp çala kalem yazmak da içinize sinmiyorsa benim yazdığım gibi bir girizgâhla okuyucuya ‘öznel’ bir bağlama çekip bu arada kazandığınız zamanı değerlendirerek yazacağınız konuyu belirleyebilir hatta kafanızda yazının iskeletini tamamlayabilirsiniz bile.
Evet, doğrusu ‘yazmak’ kişisel bir eylem olarak ele alındığında farklı sebeplere dayanır. Kimi bilgilerini paylaşmak, kimi biriktirdiklerini ve artık taşıyamayacaklarını kağıda dökerek rahatlamak kimi kayıt düşmek, kimileri de sırf birşeyler yazmış olmak için yazarlar. Bazılarına göre yazmak yaşam şekline dönüşmüştür ve onlar için yazmaktan daha anlamlı bir ifade biçimi yoktur. Yazarak varolurlar. Bu yüzdendir ki yazılanlar kutsaldır onlar için. Kalıcı olmak zorundadır, kayıt altında tutulmalıdır yazı.
Bir iz bırakma çabasının sonucu olarak kabul edersek saygıyla karşılayabiliriz bu yaklaşımı. Ancak herşeyin fani olduğu bir dünyaya yazılı belge bırakma düşüncesi de nafile gibi görünmüyor değil başka bir açıdan bakılırsa.
Bazılarına göre de inanılmaz bir tedavi yöntemidir, arınma, felâh bulma ya da bir tür rehabilitasyon aracı… Yazdıkça dağılır kara bulutlar, sağalır acılar, yalnızlık yerini kelimelerin kalabalığına bırakır. Avazınız çıktığı kadar bağırmak kadar rahatlatır içinizden gelenleri kağıda dökmek.. ya da zamanın gereklerine uyarak klavyenin tuşları aracılığıyla bilgisayar ortamına aktarmak…
Sonuçta önemli olan ‘bir şey söylemek’se, ‘susmamak’, ‘ifade etmek’, ‘tartışmak’, ‘sormak’ ve ‘sorgulamak’sa insanlık tarihinin başlangıcında kil tabletler, birkaç yüz yıl önce divit, hokka ve kalem takımları, şimdi de klavye ve bilgisayar ekranı araç olsun ne gam… Söyleyecek sözüm varsa ve her ne amaçla olursa olsun söyleyebiliyorsam, okuyana her ne şekilde olursa olsun ulaşabiliyorsam gayrısı laf-ü güzaf gibi geliyor bana.
Üstelik sözün güzelini söyleyenlerden Mevlanâ bile ‘yeni birşeyler söylemek lâzım’ derken nerde, nasıl söylediğimizin ne önemi var? İş ki güzeli, doğruyu söyleyebilmek…