Gün geçmiyor ki adı “aşk” diye başlayan bir şiir kitabı piyasaya çıkmasın. “Sevgi” şiir dilinde de artık pelesenk olmuş bir sözcük. İçe nüfuz etmemiş; kes, kopyala, yapıştır tekniğiyle satırlara zahmetsizce geçirilivermiş. Şairlerin yazdıklarıyla barışık olmamasından mıdır nedir, bir şiirde kelimelerin ve mısraların bile birbiriyle geçimsiz olduğunu görmek zor değil. Sevgi adeta sudurda öldürülüp satırlarda yaşatılmaya çalışılıyor.

Aylar önce Radikal’de (12 Temmuz 2001) Haydar Ergülen aynı yaraya parmak basıyor ve “Şairlerden bıktım” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “ Hikayecilerle arkadaş olmak istiyorum. Teklifim çok ciddidir, ilgilenenler yazabilir!” Hikayeciler ahde vefa ve doğru arkadaşlık adına bu açığı kapatabilirler mi bilmem ama yine de ben bu feryad tonundaki çağrıyı önemli ve anlamlı buluyorum. Şairlerin birbirlerine karşı düşmanca tutumları ve bir derginin diğerini yok sayışı dikkate alındığı zaman Ergülen nevinden söz söyleyen, yaka silkeleyenlere hak vermemek mümkün gözükmüyor. İşte şairlerle ilişkiyi yeniden gözden geçiren bir başka şair Tuğrul Tanyol (6 Temmuz 2001) Radikal Kitap’ta şöyle yakınıyor: “..Şairlere saygı duymuyorum, dahası, büyük bir kısmı giderek bir acıma uyandırıyor bende. Şairin olması gereken yerle bulunduğu yer arasındaki uçurum bu duyguyu yaratıyor. Şair hiçbir zaman bu denli düşmemişti ve düştüğü yerde açılan çukur yalnızca onun eseridir.”

Kuşkusuz hiçbir eylem niyetinden bağımsız olarak teşekkül etmez. Hangi niyeti hedefleyerek bir şey ortaya koymuşsanız bu seslendirilmemiş gizli hedef görünür olanın yansıtmaya çalıştığı hedef ve mesaja galebe çalarak üzerini örtecektir. Yani hiçbir “güzel” kötü bir niyetin tezahürü olamaz. Kötü niyet sanatın istismarı olacağından niyetlenilen kötülükten “güzellik” bir sürpriz olarak doğmaz. Hal böyle olunca, uzun ya da kısa vadeli hesaplarla mukayyet bir eser ortaya koymaya niyetlenmiş kişi ancak ölü doğum yapacaktır. Herkese yakın durup ünsiyet kurması gereken “güzel” sadece onu ortaya koyanın kastına hizmet edip içten pazarlıklı bir çehreye bürünecektir.

“Kötü insan iyi şiir yazamaz” gibi muğlak bir yargıya gidemesek de “iyi şiir ancak iyi bir niyetin sonucu doğar” diyebiliriz. Kötü insanın bile fıtratına en yakın durduğu an “şiir ânı”dır. “Şiir ânı”nda, imgesel zaman içinde niyetiyle eylemini birleştirmekle iyi olmayı başarabilmiş kişi “iyi kişi”, “iyi şair”dir. Dini ve ahlaki anlamda “iyi” ve “kötü” ile nötr anlamdakini birbirinden ayırmak icab eder. Zira, her kötü insan gerçek bir şiir anına dahil olmakla birlikte fıtrata rucu’ etmiş demektir.

Sair zamanlar mu’min, mütevekkil, iyi ve uyumlu olabilmeyi başarmış şairler asıl iyiliğe en yakın durmaları gereken zamanlarda akıp giden şiirlerinin mecrasını değiştirecek şekilde niyetlerini bozarlar. Yazmak ve yaşamak yaman bir çelişkiye, esaslı bir dualizme dönüşür.

Şairlerin böyle bir seyir takip ederek niyetlerini bozmaları neticesi elbette okuyucuyla rabıtası da giderek zayıflamakta şaire duyulan bu soğukluk tabiatıyla yazdıklarına, şiirlerine de sirayet eder hale gelmektedir.

Bir şeyi güzel kılan sadece o güzelin kendi imkanları değil aynı zamanda o şeye sevgiyle bakıştır. Bakış değiştirici ve dönüştürücüdür. Sevgisiz bir bakışın “güzel”i saklandığı yerden çekip çıkarması mümkün değildir. Gerçekten de kalbinde sevgi ısısına yer vermeyenler geleceğe intikal edebilecek ürünlere yer veremezler, ancak onların bütün yaptıkları bu yanı başlarındaki hayatı soğuk duruşlarıyla dondurarak “natürmort”a dönüştürmektir.

Cemal Süreya da şairler arası bu itiş-kakışdan bir şey anlamış değildir.

“ Anlamıyorum, yoksa burs mu veriyorlar birbirini sevmeyenlere?” diye bitirdiği yazısının bir yerinde şöyle diyor: “…Bir şairin şairleri sevmeyişi, şiiri sevmeyişi düşünülebilir mi? Bir ressamın başka ressamları, resmi sevmeyişi düşünülebilir mi? Dostoyevski, Gogol’a hayran değil miydi? Victor Hugo, Chateaubriand’ın yapıtlarını sevgiyle okumuyor muydu? Başka sanatçıları sevmeyen, hiçbir hayranlık duygusu kalmamış bir sanatçı artık ölmüş bir sanatçıdır. Ne yazık ki edebiyatımızda nicedir böyle bir durum var. Bunu yalnızca siyasal tavırlardaki bölünmelerle de açıklayamayız. Bir bölük şair, yazar, edebiyatı siyasal açıdan küçümsüyor, hafife alıyor, doğru. Ama bunların dışındaki yazarların da edebiyata sevgiyle bakmadıklarına tanık oluyoruz. Acıdır bu. Kısaca, hepimiz kötüyüz. Sevmiyoruz birbirimizi, iki yüzlüyüz.” (Cemal Süreya, “Uzat Saçlarını Frigya” sh; 5)

Şair bütün uyanıklığını yazdıklarında da hissettirebilen kişidir. O ne şapkadan tavşan çıkaran bir sihirbaz ne de sözün göz bayıcısı bir şiirbazdır. Fitne haset ve fesat gibi marazi tavırlar hiçbir doğum ânının gerilimiyle yorumlanıp mazur karşılanabilecek bir mazeret değildir. Patolojik, şizofren şair tavrı, şairliği de patoloji içerisinde eritip yok edecek ve kişiye şizofren tezahürlerini şairliğine yormak gibi bir vehmi yaşatacaktır.