(Sokak sesleri IV)

Her mahallenin gurbeti ve hasreti vardır. Ya geldiği bir köyü ya askere gönderdiği bir oğulu ya da gelin verdiği bir kızı veya Alamanya gibi gurbetlere çıkmış bir yakını… İlla ve illa ki bir gurbeti ve hasreti vardır. Bunlar sahici gurbet ve sahici hasretlerdir. Öyle her canınız isteyince açıp konuşabileceğiniz telefon yoktur şimdiki gibi ve onun için de gurbettekileri sahiden özlersiniz. Hem de sizle birlik belli belirsiz bütün bir sokak özler uzakta olanları. Çünkü askere giden sadece sizin oğlunuz değildir, onların da oğludur. Gelin verdiğiniz kız sadece sizin kızınız değildir, onların da kızıdır.

Bu yüzden postacılar bütün bir sokak tarafından bir başka sevilir. O hep güleryüzle, hep candan karşılanır. Zaten sizin sokaktan birine bir mektup yoksa niye girsin ki sizin sokağınıza? Yolun başında hangi çocuk görürse bunun için “Postacı geliyooor!” diye bağırır. Gelen er kişi olduğu için hemen örtülerine sarılan ve biraz toparlanan kadınlar evlerden bahçelerden çocukları koşturur “Git sor bir bakalım bize var mıymış!” diye. Postacının etrafındaki birçok küçük ağız “Bize var mı amca?” diye sorar durur ikide bir. Postacı güleryüzle hepsini cevaplar:

– Hayır size yok canım!
– Sizin soyadınız neydi? Unuttum! Bir bakalım.
– Size var! Necati Yılmaz neyiniz oluyor? O göndermiş. Mektubu olmayan çocuğun keyfi kaçar ve eve olduğu yerden bağırır;
– Bize yokmuş.

Postacı önce hatırladığı mektupları sahiplerine vermeye başlar, elindeki mektup destesini karıştırırken, mektup yok dediğine de mektup çıkarsa, o çocuğun hali görülmeye değerdir. İçi atılarak mektubu alıp eve bağıra bağıra koşar ve mektubun kimden geldiğini de haykırır. “Size var!” dediği çocuğa da mektup çıkmayabilir. Bu sefer hayıflanmak sırası onundur.

Postacının çevresindeki çocuklar aralanınca, postacı geldiği kapıda yüksek sesle mektubu gelenin ismini bağırır. İsmi okunan büyük bir heyecanla çıkar kapıya. Eğer adağı varsa postacının beklemesini söyler. Adak; mektubu geldiğinde postacıya vereceği bahşiştir ve gelmesi beklenen önemli bir mektubun sevincine postacıyı ortak etmek içindir. Postacı yüzündeki aydınlık tebessümle alır bahşişini ve hiç çekinmez. Bir insanın mutlu oluşunun saadetiyle bir diğer kapıya yönelir. Mektupları dağıtmayı bitirince de çocuk çığlıkları arasında içi belki de bulut bulut yürür gider bir başka sokağa.

Mektubu gelenler okuma yazma biliyorsa kendileri okur. Eğer okuma yazma bilmiyorsa dertlerini paylaştığı bir okuma yazma bilen bulur ve okutur. Sokağa gönderilen selâmlar ve havadisler bir bir söylenir. Nasılmış diye soranlara gönderenin ahvali anlatılır, güzellikle yâdedilir. Bir kadın ağlayarak eşe dosta mektubun arka sahifesinde küçük torununun çizilmiş elini gösterir. Eh! gözlerin yaşarması, burunların çekilmesi ve içlenmeler bu yâdedişin tabiî bir neticesidir.

Haki elbisesi, çantası ve şapkasının sakındırağı üzerinde PTT amblemi ile o eski postacılar, ellerinde mektup destesi o eski sokakları, o eski adresleri arayıp duruyor beyhude yere… Eski mektuplar, eski hasretler, eski gurbetler yok!..Çocuklar etrafını sarmıyor, “Bize var mı?” diye sormuyor, o hemen herkesin bildiği postacı şarkısı bile söylenmiyor artık…

“Bak postacı geliyor
Selâm veriyor
Herkes ona gülüyor
Merak ediyor”

%d blogcu bunu beğendi: