Işık Kent hakkında, herkesin her zaman olumlu konuştuğunu, yazdığını sanmayalım.
Önce Türklerle başlıyoruz.
Ahmet Haşim’in Paris hakkında övgü içeren Son Sahife başlıklı yazısını anmıştım fakat Bir Rahibin Nasihati başlıklı yazısında anlattığına bakılırsa, “Paris’i nasıl buluyorsun?” diye sorduğu yol arkadaşından gelen karşılık şaşırtıcıdır: “Fena! Çirkin! Dönmek kabil olsa şimdi döneceğim. Hiç düşündüğüme benzemiyor!”
Gençliğinin baharında eğitim görmek amacıyla buraya gelen Ahmet Kutsi Tecer, İlk Günler başlıklı şiirinde sevincini, “İçmeden sarhoşum. Paris’te miyim?” dizesiyle haykırıyordu. Coşkusunun bir zaman sonra bittiğini Yabancılar başlıklı şiirinde şöyle yansıtıyor: “Acımış bir şarap gibi bu şehir,/ İçilmez, dibinde acı tortusu.”
Öyledir, önce çok beğenilen bir yerde kalış süresi uzadıkça, sıkıntıları öne çıkmaya başlarlar.
Biliyor musunuz, doğuştan Parisli edebiyatçılar bile ürünlerinde Paris’i de Parisliyi de harcayıveriyorlar.
Georges Perec, Sosi Dolanoğlu’nun çevirdiği Uyuyan Adam adını taşıyan yapıtında, Paris hakkında, “kokuşmuş, iğrenç, çirkin” sıfatlarını kullanıyor.
Gaston Leroux’a bakılırsa, Parisliler ikiyüzlüdürler ve gerçek yüzlerini göstermezler. Leroux, İlke Afacan’ın çevirdiği Operadaki Hayalet adlı kitabında, gerçek duygularını gizlemek çabasındaki Parislilerin maskeli baloda gibi yaşadıklarını yazar.
Neyse dışarıdan bir destek aktaralım da bu Kent’i sevenleri daha fazla kızdırmayalım.
Amerikalı yazar James Baldwin’in, yaşamının bir dilimini geçirdiği Paris’te ürettiği, Tektaş Ağaoğlu’nun çevirisinden okuduğum Giovanni’nin Odası adlı romanında, insanları çılgın Paris’ten daha güzel bir kent bulunmadığını belirten sözcüklerle karşılaştım.
Doğaldır, kimilerinin çok sevdiklerini kimileri hiç sevmeyebilirler. Bir şeyi dün çok beğenenler, bugün hiç beğenmeyebilirler.
İsterseniz, ünlü bir Fransız’ın Paris başlıklı denemesine göz atalım: Montaigne, süslerine kapılarak değil, kusurlarıyla da sıkıntılarıyla da sevdiği bu kente ne denli kızsa bile kötü gözle bakamayacağını söylüyor.
Bana gelince, bıkmak, sıkılmak, yılmak sorunlarım yok. Kalıcı gelmedim, dönücüyüm. Ancak ayrılıncaya kadar arşınlanacak daha çok sokak var.
[1] Erdal Noyan’ın Avrupa Andıcı adlı kitabından (SR Yayınevi, Ankara 2020)