Kitap mı alsam? Takı, olmaz. Kıyafet, olmaz. Bir biblo? Beğenir mi? Hangi objelere ilgisi var, bilmiyor ki. Sorsam ayıp olur.
Onunla konuşmalarını geçirdi aklından. Hep edebiyat. Kız Rus Edebiyatını, Fransız Edebiyatını adı gibi biliyor. Gogol hayranı. Cümle olduğu gibi, yaşasaydı Gogol de hayranı olur. Satır satır ezberinde ne yazmışsa…
En iyisi kitap?
Nataşa’ya kitap armağanı, biraz tuhaf gibi geldi.
Kadıköy’deki bir sahaftan Gogol’ün eski baskılarını aradı. İlk baskılarını.
Paraya kıydı. Kitabı aldı. Üstelik imzalı. Ölmeden iki yıl önce imzalamış. 1850. Fersudeleşmiş yazısı.
Nasıl sevinçli.
Kitabı karıştırdı.
Son sayfaya çiçekli bir palto çizilmiş kurşun renkli kalemlerle. İnci gibi bir yazıyla 2010 yılında dört satırlık bir yazı yazılmış.
Alfabeyi sökemedi ama anladı.
Marmara Otel’in kafesinde buluştular.
Önce doğum gününü kutladı.
Hediye paketini takdim etti.
Kız kurdeleyi çözdü.
İpeğimsi kâğıdı nazikçe açtı.
Kitabı görünce gözleri parladı.
Sıcak teşekkür etti.
Kitabı açtı.
İlk sayfada yüzünde bulutlar.
Hemen son sayfayı açtı.
Kendi yaptığı çiçekli palto…
Kendi el yazısıyla dört satır…
Paltonun çiçekleri dikenlendi, kanadı, kanattı.
Kızıl paltolu eski sevgilisi karşısına dikildi.
Gözlerinin içinde Sibirya soğukları…
Ne oldu, dedi adam?
Kitabı çantasına koydu.
Dilinin ucuna gelen, bu kitabı ben yıllarca arayıp bulduktan sonra, en değerli hediye olarak sevgilime hediye etmiştim, o paltoyu ben çizdim, o sevgi sözcükleri bana ait, aldığında nasıl mutlu olmuştu, en güzel doğum günü armağanı demişti, Moskova’dan buraya bu kitap nasıl geldi cümlelerine, buna benzer başka cümlelere sus işareti yaptı.
Yok, bir şey dedi, bulutlu gülümseyerek.
Ölü bir can geçti.