Yolumuz bir çarşıdan geçiyor. O bir çarşı içinde çarşılardan geçiyor. Toprağın çarşısından…. Orda ayrılıyoruz tanıdıklarımızdan, yine orda buluşuyoruz. Bu çarşıda kırılmayan testi yok…Ayağımızın topraktan kesildiği günler oluyor, uçtuğumuz günler, dağlara “tepeden” baktığımız zamanlar… Sonra toprak, o her ihanetimizi unutan “sadık yar”imiz çekiyor bizi; öncesiz ve sonrasız bir aşkla kendine katıyor…
“Yaşamak güzel” diyorsun, sevgilim; şairin dediği gibi “sevgilim hayat”, ölüm olduğu için güzel. Sen hayat kadar da, ölüm kadar da güzelsin…
Toprak gibi saçılıyoruz. Derlenip toparlanmak işimize gelmiyor. Kendimize bakmak için aynaya bakıyoruz, demiyorum, kendimize bakmadığımız için bakıyoruz aynaya… Elinde tuttuğun aynadan binlerce yıl öncesinde salınan güzeller geçiyor.
Tanrı, hiçbir karesini, hiçbir zerresini israf etmiyor gördüğümüz evrenin, suya, rüzgara, ateşe, toprağa çeviriyor; sonra, tapılası elleriyle bunları karıştırıp insana çeviriyor… Böyle çevriliyoruz tutulduğumuz şeylere… Ondan, ağzı gül oluyor sevdiğimiz kızların, gözleri nergis, endamı servi…
Acı bir gülümsemeye sığıyor evren, dudaklarımız çorak ülkeler gibi çatlıyor aşkı unuttuğumuzda…
Aşk olsun, diyoruz, evimizin kapıları açılıyor.
Bütün dinlerde ayinlerle uğurlanıyoruz evimize. Ardımızda bıraktığımız yürekler, günahla sevişen ruhumuzu gözyaşıyla yıkıyor. Uykularımız kaçmıyor evimize geldiğimizde. Rüyamız yeryüzünün örtüsü; çiçekler, çimenler, ormanlar çıkıyor bir zamanlar bir yürek taşıyan tenimizden.
Bazen, on bin yıl önce kuruyan dağ gibi bir meşenin dallarını uğuldatıyor rüzgar içimizde; en yeşil döneminin…
Bazen milyon yıl önce parçalanan kayalar göğsümüzden kopuyor.
“Fidan boy”umuza kurban olan annemizle buluşuyoruz gözlerimizi kapatınca. Göz bebeklerimiz toprağın en siyahı…
Penceremizi öpen ceviz ağacı, saksıdaki menekşe, en yakın “akraba”mız oluyor…
Dinlesek, sabahın sessizliği, yağmur, tenimizi ürperterek yalayıp geçen rüzgar, altımızdaki ateş, üstümüzdeki gökyüzü, aynı şarkıyı söylüyor kalbimizin sesiyle… Dinlemediğimiz için ölüm acı geliyor…
Görmüyoruz ırmakların bizden başladığını, içimizde battığını güneşin..
Saklıyoruz gözlerini ayak uçlarımızın…