Görmeseydim, yitiğim büyük olurmuş.
Neretva Irmağı’nın gerdanlığı Mostar Köprüsü’nü kast ediyorum.
Geçmişle yarın arasında da köprü.
Aliya İzzetbegoviç’in Tarihe Tanıklığım’da belirtiği gibi, Mostar’a “ismini, güzelliğini ve de ruhunu veren” kemer köprü.
Mostar’ı en iyi simgeleyen ve varlığını dünyaya duyuran bir eser.
Bombalanıp yıkılınca yeniden yapıldı diye değil, hep öyleydi.
Köprü, Neretva Irmağı üzerinde.
1481 yılında zincir üzerine asma köprü yapılmış, bu köprünün yerini 1566 yılında taş köprü almış.
Köprü’nün zincirli durumunu Evliya Çelebi görmüş: “Tevârîh-i Latin’de tahrîr etdiği üzre bu şehir içre kâfir zamânında bir kayadan bir kayaya nehr-i Neretva üzre âdem uyluğu kalınlıkda hadîd zincîr-i kavî üzre bir cisr-i metîn olduğundan bu şehre kavm-i Latin ve Boşnak ve Hırvad u Sırf ve Bulgar ve Uskok ve Lasman Mostar derler.” diyor.
Günümüze ulaşan taştan köprünün mimarı Hayrettin için, Mimar Sinan’ın öğrencisiymiş dersek, ustalığına yeterli delil olur.
Mostar Köprüsü’nün biraz gerisinde küçük bir örneği var. Mimar Hayrettin önce onu yapmış. Bakalım nasıl olacak diye. Sonucu beğenince Neretva üstüne gerdanlığı dizivermiş.
Dört yüz elli beş kalıp taş kullanılan Köprü’nün yüksekliği yirmi dört metre, genişliği dört metre, uzunluğu otuz metre.
Mostarlı Divan Şairi Hasan Ziyâî, Mostor Köprüsü için Hicrî 974 (Milâdî 1566) yılında şu Tarih’i düşmüş: “Kavs-i kuzahuñ `aynı bir köpri binâ itdi/ Var mı bu cihân içre mânendi hey Allâhum/ `İbretle bakup didi târîhini bir `ârif / İl geçdügi köpriden biz de geçerüz şâhum”.
Halide Sert, Mostar Köprüsü başlıklı yazısında, “Bosna’daki 16’ncı Yüzyıl eseri Mostar Köprüsü ile Diyarbakır’daki 12’nci Yüzyıl eseri Malabadi Köprüsü’nün mühendislik ve mimarlık açısından birbirlerine şaşılacak derecedeki benzerliğini” belirttikten sonra şöyle sürdürüyor sözünü: “Mimarlar aynı zamanda asker oldukları için, Tuna boyundan Fırat kıyılarına uzanan geniş ülkelerin mimarisini yakından tanıyıp senteze götürebilecek olanağa sahip olmuşlardır.”
Köprü’nün üstü hıncahınç insan.
Gezginler üstünde durup çevre seyrini seçtiklerinden karşıya geçmek isteyen oldukça zorlanıyor.
Köprü, gençlerin yiğitliklerini sınamalarında da işlev üstleniyormuş.
Şehrin gençleri sevdikleri kişinin gözlerine girmek için Köprü’den suya atlarlarmış. Doğaldır ki atlayanlar erkekler, beğenileri kazanılmak istenilenler kızlar. Ne yapalım, yiğitlik erkeğe düşüyor.
Şimdi de üzerilerinde şortlarla Köprü’nün üstünde duran yürekli birkaç delikanlı Neratva’ya atlamak için istek bekliyor.
Bir iki atlayış gerçekleşti.
Bu gençlerin amaçları nişanlılarına düğün öncesi yiğit görünmek değil. Turistik yaklaşım gereği ücret karşılığında hüner sergiliyorlar. Haklılar. Sevilene kavuşmak için cesaret tek başına yetmiyor, para da gerekiyor.
Zaten Evliya Çelebi’ye bakılırsa, eski zamanlarda da çocuk yaştakiler bu atlayışları daha çok, bahşiş umdukları kişiler seyre geldiklerinde harçlık kazanmak için yapıyorlarmış. Çelebi, başkalarının aşağıya bakmaya bile cesaret edemedikleri yükseklikten atlayanlara “cüret sahibi sübyanlar” diyor.
Köprüden atlayış gösterisine bizden önce tanık olanlardan biri de Glenn Meade. Ali Cevat Akkoyunlu’nun Türkçeye çevirdiği Son Tanık adlı kitabında aktarıyor: “O harikulade güzel, kemerli köprünün üzerinde durup, korkuluk duvarına tırmanan delikanlıları seyrediyorsunuz. İnanılmaz yükseklikten şimdiye kadar gördüğün en mavi nehre atladıklarında kolları gergin, zarif vücutları yay gibi.”
Görülüyor ki Mostarlı gençler hem bir geleneği yaşatıyorlar hem cesaretlerini ve becerilerini sergiliyorlar hem de harçlık kazanıyorlar.
İnsan nehre mi baksın şehre mi baksın şaşırıyor.
İkisini birden yapıyor.
Çarşıya bakıyor, minarelere bakıyor. Sonra köprünün altına iniyor. Suya bakıyor, köprüye oradan bakıyor. Biraz öteye bir bahçeye gidiyor oradan da bakıyor. Eski Köprü Müzesi’nden bakıyor. Koski Mehmet Paşa Camisi’nin oradan bakıyor. Seyretmenin insana haz verdiği yerlerden birindeyiz.
Halklar arasında bir köprü.
Köprü’nün komşu halkları birleştiren ve ayıran bir özelliği var.
Bir yakasında Katolik Hırvatlar, bir yakasında Müslüman Boşnaklar yaşıyorlardı. Şehirde hayat süren Ortodoks Sırplar da vardı. İki yaka arasında gidiş gelişlere olanak sağlayan Köprü’nün birleştiren özelliği kimilerine zararlı göründü. Halklar birbirlerinden büsbütün kopsunlar isteniliyordu. Boşnaklar yokluğa karışsınlar isteniliyordu.
Evliya Çelebi’nin, Hersek Sancağı içinde en bayındır ve güzel dediği iki şehirden biri olan Mostar’a tarihinin en kara günlerini yaşatılacaktır.
Aliya İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım’da şunları söylüyor: “Hırvat – Boşnak çatışması, Büyük Hırvatistan’ın yaratılması için sahneye konulmuştu ve neredeyse bir yıl sürdü. Biz özellikle Mostar ve merkez Bosna olmak üzere beklenmedik bir direniş ortaya koyunca, çaba sona erdi ya da daha ziyade ertelendi. Aynı çaba askerî araçlar yerine siyasî araçlarla sürdürüldü. Mostar, gerçek bir savaş cehennemi yaşadı. Ne yazık ki bir kentin ölümünün, Mostar’da olduğundan daha canlı bir biçimde meydana gelmediğinden eminim.”
İlk saldırıyı 1992 yılında Sırplar gerçekleştirdiler.
Reco Çauşeviç, Bosna isimli kitabında, Sırpların “Şehovino ve Byeluşina tepelerinden top ateşleriyle Mostar’ın 16’ncı Yüzyıl’dan kalan Karagözbey, Mehmed Koski Paşa ve Sariç camilerini yıktıklarını” yazıyor.
Köprü’yü çökerten saldırı 1993 yılında Hırvatlardan geldi.
Hırvat tanklarından ateşlenen top mermilerinin darbeleri altındaki Mostar Köprüsü 1993 yılı Kasım ayının 9’uncu günü, saat 10’u 16 dakika geçerken yıkıldı.
Michael Mann, Bülent O. Doğan tarafından Türkçeye çevrilen Demokrasinin Karanlık Yüzü adlı eserde konuyu şöyle özetliyor: “Mostar’ın derin vadisi Hırvat ve Müslüman çoğunluk toplumunun arasındaydı. Bir tarafta Hırvatlar, diğer tarafta Müslümanlar bir çırpıda yönetimi devraldı. Taraflar vadinin her iki tarafında silahlı kamplar hâline geldiler. Önce birkaç el tüfek atıldı, sonra toplar kullanılmaya başladı. Bu sırada Hırvat milisleri dünyaca ünlü köprüyü yıktılar.”
Aliya, “O gün Mostar’daki Eski Köprü, o küçük mimarî mucize ya da görünmez güzellik, tank ateşiyle bile bile yıkıldı. O an insanlardan nefret ettim.” diyor.
Köprü’yü geçtikten sonra karşı yakadaki müzede yıkılış görüntülerini izleyerek yeniden acılandım. Zaten izlemiştik ama olay yerinde izlemek daha fazla etkiliyor.
İnsanlık için elbette ki çok büyük bir yitikti bu.
Köprü’nün yeniden yapılması için 1997 yılında harekete geçildi.
Bombardıman ve su, Neretva Nehri’ne düşen taşları yeniden kullanılamaz duruma getirmişlerdi.
Çare bulunmuş. Köprü’nün yapımında kullanılan taşların alındığı taş madeni (Mukoşa Taş Ocakları) yeniden açılarak çıkarılan taşlar kullanılmış.
Zemininde, temelinde ve duvarlarında yapılan işlerden sonra 2002 yılının Haziran ayında sıra kemerine geldi. Kilittaşının yerine konuluş tarihi 2003 yılının Ağustos ayı. 2004 yılı Temmuz ayının 23’üncü günü ise açılışı yapıldı. Köprü’nün yeniden yapılışında Türkiye maddî ve manevî katkılar sağladı.
Köprü açılırken yıkılış saatinde sirenler çalmış. Ardından insanlar Neretva Irmağı’na karanfil ve zambak atmışlar. İlk atlayış Nermin Sariç tarafından gerçekleştirilerek, geleneğin süreceği vurgulanmış.
Yeni Köprü’ye de hak ettiği değer verilerek, Mostar’la birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi’ne alındı.
Köprü’nün yapılması sorunları tüketmeye yetmedi elbette.
Banu Avar, Sınırlar Arasında adlı eserinde durumu, “Köprüsü onarılsa da şehrin iki yakası yine de bir araya gelemedi. Giderek fakirleşen Boşnaklar ve dış desteklerle her gün biraz daha zenginleşen Hırvatlar arasındaki uçurum sürüyor.” sözleriyle ortaya koyuyor.
Hun Dağı’nın tepesindeki kocaman Katolik haçını görmemek imkânsız. Yapılan kocaman kilise kesmemiş bazılarını. Üsküp’teki Vodno Dağı’nda da böyle bir haç görmüştük.
Sorun haçın varlığında değil, konuluş amacında; diğerini düşman saymakta, yok görmek istemekte!
Mostar’ın kilittaşı Mostar Köprüsü.
Irmakların ayırdığını köprüler birleştirirler.
Savaşın ayırdıklarını barış birleştirir.
Mostar, köprüsüyle ve barışla; güzel, anlamlı, erdemli, değerli, dengeli, sağlam, güvenilir.
Naretva Irmağı, Mostar Köprüsü’nün altından akışını; güzellik kazanacak, iyilik başaracak dercesine sürdürüyor.
