Melih Bayram Dede

DERGİBİ’NİN ÖYKÜSÜ

Ocak 1999’da yayınlanmaya başlanan Dergibi’nin öyküsünü kurucusu Melih Bayram Dede şöyle anlatıyor:

Takvimlerin 1998 yılı Aralık ayının son haftasını gösterdiği günlerde, internette bir edebiyat sitesi, benim tanımımla “Dergi gibi bir şey” çıkarmayı planlıyor ve bu “dergi gibi” şeye isim arıyordum. Bu konuyu, Mehmet Şeker’e açtığımda, şöyle dediğimi hatırlıyorum: “İnternette dergi gibi bir şey çıkarmayı düşünüyorum. Ama öncelikle bir isim bulmamız gerek!”.

Böyle bir girişten sonra Mehmet Şeker’den cevap geldi:

“Adı Dergibi olsun!”

Bu çok güzel bir isimdi. Hemen kabul ettim.

Şimdi zaman zaman düşündüğümde, “Dergibi” adının ne kadar isabetli bir karar olduğunu tekrar anlıyorum.

İşte Dergibi böyle doğdu. Türkiye internetinde ilklerden oluşu nedeniyle büyük ilgi gördü. Basında, özellikle de gazetelerin kültür sayfalarında haber oldu. Televizyonların internet programlarında yer verildi.

İlk etapta basılı dergilerde ürün yayınlayan dostlarımız, internette yayınlanan bir dergiye ürün vermekte çekingen davrandılar. İnternet onlara göre, yeni ve yabancıydı. Bir görüşe göre de, “suya yazılan yazı”dan farksızdı. Bu ve bunun gibi nedenlerden ötürü gereksiz de olsa, “İnternette edebiyat olur mu?” tartışmalarına şahit olduk. Zaman zaman bu tartışmalara Dergibi’den biz de katıldık.

Daha sonraları, internette edebiyata soğuk bakanların da, ürünlerini internette yayınlanan ve Dergibi’yi model alarak oluşturulan sitelerde yayınladıklarını gördük, mutlu olduk.

Aradan geçen yıllarda ise, büyük mesafe katedildi. Yeni edebiyat siteleri açıldı. Bunların kimi e-dergi, kimi ise edebiyat arşivi niteliğindeydi. Dergi formatında siteler kadar arşiv niteliğinde sitelere de ihtiyaç var kuşkusuz. Yine de biz şiir ve şair özgeçmişi arşivleyen sitelerden çok, yeni ürünler yayınlayan “dergi” formatında yayın yapan sitelerin sayısının artmasını tercih ediyoruz. Böylelikle, edebiyatta bir okul görevi gören basılı dergilerin misyonuna sahip sitelerin varolması sağlanabilir.

Ürün yayınlayan bir site olan Dergibi, yeni bir döneme girdi. Dergibi’nin bundan sonraki gelişimini/öyküsünü yaşayarak, birlikte göreceğiz.

EDİTÖRLER

Ali Ömer akbulut: aliomerak@gmail.com
Cahid Efgan Akgül: cahidefgan@gmail.com
Yunus Nadir Eraslan: yunusnadir@gmail.com

Bize Yazın

Çok Okunanlar

  • All Post
  • Adem Ağacı
  • Alıntı
  • Anlatı
  • Ara-lık
  • Beyaz haber
  • Buhara'dan Gelen Adam
  • Çay Molası
  • Çevgan
  • Çeviri şiir
  • Çocuk
  • Çöl Vaazları
  • Değini
  • Deneme
  • Dergi
  • Eleştiri
  • Gezi-Anı
  • Göz-lük
  • Günlük
  • Haber
  • Haiku
  • Hayatı Hakikiyye Sahneleri
  • Kitap
  • Kısa Kısa Söyleşi
  • Kusurlu Yazılar
  • Mavi Kalem
  • Mürekkep Lekesi
  • Öykü
  • Öykü Mahzeni
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Söz Misali
  • Üryan Soruşturma
  • Üryan Söylenişler
  • Yazıyorum Öyleyse Varım
Edit Template

Mesleği güldürmek, ama bu kadarı da fazla!

O sahnede tek başına… Bir koltuğu, bir şişe de suyu var… Ama iki saat boyunca salondakiler kahkaha krizinde…

Son yıllarda belkide gülmeye hasret bir toplum haline gelişimiz onları yüceltti… Sayıları her geçen gün artıyor. Sahnede tek başınalar ama salondaki yüzlerce, binlerce insan pür dikkat bir kahkaha krizinde.

Eğer biraz yabancı kelimelere aşına iseniz “stand-up” diyeceğiz yaptıklarına, değilseniz ama Türkçenin orta yerine çöreklenmiş yine yabancı kökenli “one man show” ile izah edeceğiz yaptıklarını.

Tiyatrocu mu hepsi? Belki değil ama biraz tiyatro kaabiliyeti gerektiriyor, yaptıkları işte. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk (Beyaz) ve İbrahim Sadri, Uğur Yücel son birkaç yıldır güldürerek parlayan “şovmen”lerimiz!

Türkiye içinde olduğu gibi Avrupa ve Amerika’da da hayranlarını kahkaha seline boğan Cem Yılmaz ile söyleştik. Aklımıza takılanları ya da seyircisinin izlenimlerini sorduk, Cem cevapladı. İşte söyleşimiz…

Son yıllarda Türkiye’de popüleritesi yükselen yeni bir alan ortaya çıktı. Stand-up diye tanımlanan bu alan yeni isimler ve ünlüleri de beraberinde getirdi. İngilizce “One man show” benzeri tek kişilik gösteri ile toplumun büyük bir kesimi tarafından beğeni ile izlenen “showman”ler arasında ilk hatıra gelen isimler, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk(Beyaz), Uğur Yücel ve İbrahim Sadri‘yi görüyoruz. Ferhan Şehsoy kendisini bu katogoride görmüyor. Şensoy, tiyatro geleneği içinde kendisini orta oyununun son temsilcisi olarak tanımlama yanlısı.
Bu isimler arasında Türkiye ve yurtdışında farklı kesimlerde kendisine izleyici ve hayran bulabilen Cem Yılmaz ile işini, bu yeni akımı, mizahı ve özel hayatını konuştuk. Samimi, sevecen ve cana yakın bir Cem Yılmaz ile açık-seçik bir muhabbet ortaya çıktı.Cem Yılmaz ile bu sohbetin yurtdışında yapıldığını ve Londra Türk Radyosu’nun sevilen yapımcısı sevgili Ümit Dandul‘un katkıları olduğunu da bilvesile okuyucularımızın bilgisine getirelim.
Türkiye’nin çeşitli illerindeki gösterilerin ardından Avrupa ve Amerika’dan davetler aldı. Gittiği her yerde izlemeye gelenlere iki saat boyunca kahkaha ziyafeti çeken Cem Yılmaz’a biz sorduk, o cevapladı…

Mustafa Köker; Sevgili Cem, sahnede insanları aldın ve değişik boyutlara götürdün. Bayanlardan izleyicilerden biri oyun arasında, “tüm komplekslerini bir kenara atmiş bir Türk erkeği buldum” dedi.

Cem Yılmaz; Aslında mizahçının hası kompleksleri olandır zaten. Ben hep o acılardan bahsederken, hepbir ara dalgasını geçiyordum aslında.. Bütün mizahçılar aslında sakatlıklarından eksikliklerinden bahseder ya.. Bir ara onunla dalga geçiyordum, bunun bir klişe olduğundan bahsediyordum. Bunlardan bahsedilmemesi, bunun dışında bir mizah yapılmasını falan düşünüyordum. Sonra dedim ki, bu klişe olduğuna göre yılların tecrübeleri sonunda varılmış bir nokta imiş. Ve onlardan bahsedildiği zaman daha lezzetli oluyormuş iş dedim.
Aslında anlattığımız hikalerede düşülen aptallıkların çoğuna düşüyorsunuz. İşte onları tecrübe ediyorsunuz, onları anlatıyorsunuz. Bütün mizahçılarda aşağı yukarı bu vardır.Yazılı, sözlü yapan yada kağıt üzerinde çizgi ile yapanlarda…Ya da televizyonda.

Ama sen soruyu anlamadın? “Arınmış, çok cici bir Türk genci” dediler, çünkü neden biliyor musun? sahnede çizdiğin karakterlerin hepsi o kadar duru idi ki, zaten onlar güldürüyor heralde insanları.

Öyle bir efekt var işte, çünkü o boyu kısa olan adam ben değilmişim gibi. Ya da yalnızca komik olan başka hiçbir meziyeti olmayan benmişim gibi davranarak öyle bir ilizyon meydana getiriyorum ki, izleyen tabii, “vay be çocuk ne kadar delikanlı imiş, hiçbir kompleksi yok ” falan, halbuki değil yani, bilakis o kompleksler tabiki de var.

Tabii bu bayanlardan gelen birşey.. Bir tanesi de şunu dedi: “Ne kadar Türkiye’yi özlediğimi hatırladım Cem Yılmaz’ı sahnede gördüğümde” dedi.

Yalnızca olumsuzluklar değil tabii, benim de burda mesela insanın burda özleyebileceğini tahmin ettiğim şeyler onlar açıkçası. Sıcaklıklarla.. Burda tabii daha enteresan bir hayat var. Konumlamak açısından, yani birini daha yukarı diğerini daha aşağı koymak açısından söylemiyorum bunu. Burdaki yaşantı, burdaki insanlar falan ama, neticede hem artıları, hem eksileri sahnede idi. Doğru, güzel bir tesbit bana kalırsa. Ama yalnızca olumsuzluklardan mizah yapmak aslında, çok böyle yapılması gereken birşey gibi değil. Yalnızca olumsuzluklar, demin de dedim ya bütün negatif şeyler aslında mizahın temelini oluşturuyor. Onların içinde hani bir umut, bir çıkış kapısı falan göstermekte neşeli birşey. Tabii burada yaşayan insanlar bazı özlemlerini de öyle gidermiş olabilirler ama, inşallah özlenilecek şeyler yalnızca olumsuz şeyler değildir.
Bizim memleketle ilgili güzel şeylerde var çünkü.

Bir başka izleyicinin düşüncesini de abartmadan bire bir söylüyorum sana; “Adama bak sululuklan köşeyi dönüyor” dedi bir izleyicin…

Doğrudur, doğrudur ama bu ben ilk değilim heralde. Onu heralde tarihe eğer takip ediyorsa arkadaş… köşeyi dönmek o kadar, göreceli roletif birşey yani, hangi köşeyi dönmüşüz mesela?

Hani sahnede “ekmek parasına çalışıyoruz, ekmek değil de fırın parasına” esprinle alakalı…

Tabiiki de… Ama şöyle, insan bu işe parayı hedefleyerek giremez tabii. Karikatüristlikte aynı şekilde mesela çok meşhur bir karikatüristseniz para kazanırsınız. Yani sizin ürettiğinizi tüketenlerin sayısı arttıkça para kazanabilirsiniz ama para kazanmayı hedefleyerek yapılacak birşey değil. Benim şöyle bir fikrim de var yaptığım iş ile ilgili: Meslek bir profesin gibi durmuyorki zaten iş. Enteresan bir iş yani… İş gibi değil. Birilerine göre köşeyi dönmüş olabilirim ama bunu hedeflemek saçma olur mizahçı için. Başka hedeflerde var yani. Can sıkıntısından kurtulmak içinde yapıyor olabilirim. Yapacak başka bir işim yok, ya da ne bileyim insanlarla temas kurabilecek başka yolum yok.

Sahnede onları güldürmek insanlara çok cezbedici gelebiliyor. Dışardan bakan için biraz çok neşeli bir iş gibi görünüyor. O anda sahnede tek sen varsın, dekor yok, oyun yok senaryo yok “geldiniz ayvayı yediniz” gibi bunun şakasını da yapıyorsun. İki saat insanları tek başına orada tutuyorsun. Esprilerinle, çizdiğin karikatürize ettiğin olaylarla iki saat insanları eğlendiriyorsun. Bu insanlara cazip gelebilir ama bir stand-upçı için can sıkan şeylerde olması gerek. Yolda giderken “hadi bir komiklik yap, bizi bir güldür ” diyenlere rastlıyorsundur. O zaman bozuluyorsundur.

Tutmak her zaman kolay olamıyor açıkçası. Popüler olmanın kuralları var başka birşey değil. Mizahçı olmakla ilgili birşey değil. Ben mümkün mertebe o popülerliği ne yaşamayı ne de yaşatmayı tercih ettim. Öyle yaşamıyorum açıkçası, popüler birisi gibi yaşamıyorum çok. Karşı taraftan, uzaktan yorum yapmak olabiliyor bilindik herhangi bir kimse ile ilgili. Bundan nasibinizi alıyorsunuz. Sizinle ilgili herşeyi söyleyebilirler. “Şımarık” diyebilirler ne biliyim “seksi” diyebilirler. “Kısa boylu”, “uzun boylu” , “geniş” falan herşeyi söyleyebilirler. “Eşcinsel” ya da ne bileyim herşeyi söyleyebilirler ama bunlar beni rahatsız edemez çünkü bunlar benim kurallarım değil. Bu başka bir dünyanın kuralı, ben bununla yaşamak zorundaysam eğer, bununla yaşamayı öğrenirim ve yaşarım. Ben herkesi işinin kendisi ile ilgili mevzuu olmasını isterim. Ben o açıdan o kadar tatmin oldumki… Burada seninle bu işle ilgili konuşuyoruz mesela, bu beni çok tatmin ediyor.
Demekki bir aksiyon halindeyim ben. Olumlu ya da olumsuz değerlendiririz sonra da. Olumlu gibi birşey geliyor ve bana mutluluk veriyor. Başka birisi ile ilgili şu anda konuşuyor olsaydık, bu ikimizi de pek fazla mutlu etmezdi.

İşini iyi yapmayı sağlayan etkenler neler sence? Mutevazi olma… sen iyi yapıyorsun, bunu herkes söylüyor. Neyi yapıp yapamadığının bilincindesin.

Şöyle söyleyim, benim bir dönem karikatürle ilgilenmiş olmam benim zihnimi açtı açıkçası. Yani, herhangi bir malzemeyi konuya yönlendirmekli ilgili, onun komiğini bulmakla ilgili zihnimi açan birçok insan oldu karükatür çizdiğim dönemde. Ve çok şey öğrendiğim insanlar oldu. Bizim çalıştığımız dergi, arkadaşlarımla, abilerimle çalıştığımız dergi hakkaten çok böyle hızlı, pırıltılı, yeni buluşlar yapan, yeni bir anlayış getiren, gerçek mizah yapan, gerçek dediğim, çizilen tiplerde, konuşturulan adamlarda böyle bir gerçeklik hissediyorsunuz ya…O yöntemi izleyen bir kuşaktı. Onların tabii en hızlı dönemlerine ben yetişmemiş olabilirim o abilerimizin ama, o geleneğin belki de son dönemine yetiştim. Onlarla çalıştığım süre boyunca, mesela dergiye başladığım dönemlerde yaklaşık dokuz ay boyunca her hafta gidip geldim ve hiç birşey yapmadım.
Çizdiğim karikatürlerin yayınlanmasına falan izin vermediler. “Gel burada çiz, devam et” de demedi kimse, “git çizme” de demedi. Böyle spontan bir şekilde orada kalabildiğimi hissettim ben. Gergin bir meslek aslında karikatürist olmak, bir derdigi çalışmak açıkçası.
Başka hiçbir yere de benzemiyor. Ben ilk para kazandığım işte karikatüristliktir mesela. Ama o parayi hiç hedeflemeden, unutarak, çalışılan bir alanı var.
Mesleğin içindeki insanlardan, alaylı ya da akademik eğitim almış insanlardan gerçekten de saygı görüyorum açıkçası. Bir de yaptığmı işin magazin yanı var, oda niye var tam anlamış değilim.

Evet, magazin basınında en çok haberleri yeralan stand-upçılardansınız. Bunu nasıl izah edeceksiniz?

Tiyatro salonunda yapmama rağmen, magazin yönünü. Ona şaşırıyorum, o tek örnek yani. Hiç örneği yok. Tiyatro sahnesinde yapan ve hiç bir gösterisinden görüntü alınmasına izin vermeyen bir insan olarak magazin basınında haberlerin çıkmasına ben çok şaşırmıştım. Hali hazırda da devam eder bu. Özel bir tavrım yok yani reddetmek gibi. Çünkü kişisel alıyorlar. Rahatsız olduğunuz bir haberi yapabilecek potansiyeli olan birisini reddettiğiniz zaman, kendine yapılmış bir hareket gibi görüyor. Sonra onu insani anlamda dedimki yani mesela nasıl bir zarar verebilir diyerek bazen hiç çıkmayacağım programlara konuk olmuşumdur.
Hiç yapmayacağım şeyleri yapmışımdır, vermeyeceğim fotoğrafı vermişimdir. Ama onları bir taviz gibi görmedim hiçbir zaman. Çünkü onların benim yaptığım işle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ve onları maddi bir karşılık, yada ilişki ilerletmek gibi bir yönde kullanmadım hiçbir zaman.
Dün mesela bir gazeteci kardeşimiz, “neden konu başlıkları birbirine çok benziyor” diye sordu. Enternasyonal bir araştırma bile yapsanız gene benzeyecektir başlıklar. Mümkündür mesela insan hayatında “ikili ilişkiler” diye bir başlık koyduğunuz zaman, herkes kullanabilir ikili ilişkilerle ilgili espriler. Bazılar çok sıkıdır, o konuyla ilgili beş tane espri yaparsınız. Uyarı levhaları ile ilgili espri yapan dört-beş tane arkadaşımı biliyorum gösteri yapan. Ben gene de önemli olan zamanlama ve kalite diyorum. Sahnedeki performans sırasındaki kimyanız falan, onlar önemli. Çünkü fiziken yapılması çok zor bir iş. Yalnızca yazılması, çizilmesi, dizayn edilmesi değil, fiziken yapılıyor olurkenki hali, çok zor yani.

Şu ana kadarki söyleşide ben sanki bir politikacı ile konuşuyorum gibi geliyor ama birazdan sahnede apayrı bir görüntü olucak… Karikatür çizeceksin.

Ben şunu düşündüm birkaç sefer yani. Bana birşey sorulduğ uzaman konuşmayı tercih ettim. Düşündüm, derdimi anlatayım mı, anlatmayım mı diye. Sorulmadıkça anlatmamaya karar verdim. Yoksa çünkü işi yaparken artık onun önüne geçebilecek hiçbir şey yok artık. Çünkü artık o anda yapıyor oluyorsunuz. Mesela ben çok eleştiri sevmem açıkçası.İş olarak, çünkü çok özgün birşey bu. Özgün hadisenin nesini eleştirebilirsin ki, yalnızca izlersin, reaksiyonunu verirsin, Seversin, sevmezsin. Üzerinde değiştirilebilecek ancak teknik değişiklik olabilir. Mesela “cem siyah kostüm kullanma sahnede kayboluyorsun, beyaz kullan” gibi. Bu tarz gösteriyi içerik olarak değerlendirmek, kendi hikayesini anlatan adam sayar sahnedeki, çok doğru birşey değildir, çünkü onun hikayesidir o.

Birazdan sahnede olacaksın, dolu bir salon karşısında oyunu sahneye koyacaksın. Önce izleyenler değişik birşey bulacaklar mı?

Evet, büyük bir ihtimalle… Çünkü böyle birşey hissettiğim zaman, tekrar izleyicisi çok olan bir gösteri benimki. Dört senedir yapıyorum tabii dört sene önceki kasetleri izlediğim zaman, şimdiki gösteri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan birşey izlersin. Ya da, bir sene evvelkini izlediğin zaman. Hem yapı değişiyor, hem tavır değişiyor. Tavır günden güne bile değişebilir. Dün anlatmadığım birkaç hikayeyi bir şekilde yedirebilirim içine, ama emin ol eğerki keyfim yerinde ise.
Çünkü ben ezberci değilim. Ne anlatacağımı biliyorum. Neyi neyin arkasına koyarsam komik olur, onu biliyorum. Ben şunu söyleyim, çok usta olmak peşi sıra gösteri yaptığı zaman iki farklı gösteri yapmak falan da değil.

Yerlerimiz değistirip sen beni sorgulasaydın, ne sorardın bana?

Haeeeeeeee, ya ne sorardım? Güzel sorular soruyorsun ya, senin sorularından bir tanesini tercih ederdim. Bilmem, “neden bu işi yapıyorsun?” diye sorardım.
Başarı günü birlik birşey, Şu anda başarılı olabilirsiniz. Ben başarısız günlerde geçirmedim değil hayatımda. Ben çok başarılı bir karikatürist değildim hayatımda. Çok usta bir çizgim yok, hala çiziyor olsam bile. Çok şanslıyım aslında, hikayeler anlatıp güldürebiliyorum. Çok şanslıyım gerçekten, yani kaderimde böyle birşey varmış, bu çok enteresan. Çünkü hiç insanın planlayabileceği birşey değilki. Yani bizim memleketimizde yıllardır bu tarz iş yapan çok büyük ustalar var ama. Son 35 senedir var stand-up gösteri yapmak yeni birşey değil. İlk sahneye çıktığımın birinci haftasında hakikaten çok marjinal bir yer değil çok kapalı bir yerdi. Yalnızca 100 bin okuru olan bir derginin duyurduğu birşeydi bu. Koca İstanbul’da. Medyada falan haberi çıkmamasına rağmen yemin ederim kapının önünde 100 metre falan kuyruk gördüm. Çok ciddi bir rakam. Kaç yard oluyor bilmiyorum. Çok enterasan. Bu şans, bunu sağlamak için birşey yapıyor olamazsınız. O zamanki gösteri çok amatör bir gösteri, çok zayıf bir gösteri. Bunu izlemek için her kesimden insan geldi be abi, bu beni çok şaşırttı.

Türkiye’de insanların günlük yaşamında nefret ettiklerini siz komedi olarak tekrardan sunuyorsunuz? Türkiye’de mizahçılar için çok konu var mı sizce?

İnsanımızın yaşadığ aksaklığı tekrar ona anlatıyor olmak, birazcık işin kolay yanı. Aksaklığı demeyeyim de, eğer eğlendirme maksadıyla yapıyorsanız, içinde mutlaka başka birşey olması lazım. Yani mesela kocasından dayak yiyen kadın tipi… Çok yakın bir arkadaşım o tipi ortaya çıkarmıştı. Ve yaklaşık iki sene televizyonlarda popüler olan bir tip idi. Kendisine sorulduğ uzaman dedim ki, “devamlı surette kocasından dayak yiyen bir kadın var. Bunu hakediyor mu millet ?” dedim. Arkadaşım, “evet o hata, aslında o iki hafta sürecek bir tip idi, iki sene sürmesine gerek yoktu” dedi. Kolay yanı bu işin. Türk milleti çok mizahçı bir millet, doğru , tamam mizah üretir. Çözüm üretir mi bilemiyoruz. Mizah üretmek, bir yandan işin kolayına kaçmakta olabiliyor bazıları için, çünkü hep mizahın tanımı yapılırken, bize kötülükler, aksayan yerleri gösteren şey olarak anlatıldı.
Yılmaz Erdoğan da politik mizah yapıyor ama, ben onun yaptığı mizahta, günlük yaşam yada ne biliyim hakikaten bize birşey mesajını vermeyen, yalnızca buluşla, ustaca söylenmiş kelime oyunu ile benzeşen bir mizah anlayışı var. Onu yaparken bile gene içinde bir buluş, bir incelik var. İncelik olduğu zaman zevkle izliyorsunuz ve alttan alta da onun fikrini almış oluyorsunuz.

Seni güldüren şeyler neler mesela. Enerji depolamak istediğinde kendi kendine neyi tekrarlıyorsun?

Ben hakikaten sahnenin dışında çok daha başka bir mizahı paylaşırım arkadaşlarımla. Birazcık daha serttir, sınırsızdır. Birazcik daha cinsel çağrışımlı esprilere meyillidir. Aile içinde de, annemin babamın yanında da, onların hassas olduğu ve esneklik gösteremeyeceği konularda bile biraz sert, sokak ağzı ile yorumlar yaptığım oluyor onların yanında. Gene daha biraz farklıdır. Onun seyirci ile paylaşılması çok gerekmiyor. Ne sahnedeki espri anlayışını günlük hayata taşımışımdır, çünkü o kendi içinde gelişen başka birisiniz. Ne de dışarda çok fazla… İş döneminde arkadaşlarla çok ciddiyimdir. Yok benim böyle bir eğilimim yok. Yıllar evvel mizah yaparak ilgi çekmekten vazgeçtim. Yeteri kadar sahnede yapıyorum.

İşinle ilgili veya hayatında başka bir birimle ilgi yapmak istediğin birşey var mı?

Sinema filmi yapmak istiyordum, yaptım ama birazcık daha aktif olmak isterdim.
Ben bahtsız bir dönemde meşhur olmuş bir insanım. Sinema ile ilgili çok daha faal döenmlerde popüler olmuş birisi olsaydım. Kalitesini bilemem şu anda ama çok filim yapmış olabilirdim. Öyle bir döneme denk gelmedi. Senede bir iki en fazla dört büyük bütçeli filmlerin yapıldığı dönemde popüler olmuş biriyim. Popülerlik kısmını bir kenara bırakırsak, hakikaten ben sinema filmi yapılması için çok kapalı devre çalıştım. Filimi yazıp, bitirip çektikten sonra medyaya duyuruldu. Daha önce hiç sinema filminde rol almamış insanlar seçildi. Ama 55 derece idi Bodrum, çok iyi idi.

Filmin final sahnesinde çiçekleri doğrayıp, seni aldatan eşin geldi filmde. Üzerine attın çiçekleri, bu kimin fikri idi?

Bu benim fikrim değil, yönetmenin fikri. Benim fikrim ikisini bağlıyordu. Beni aldatan ile aldatılanı bağlıyordum. Yaklaşık 4, 5 saat öncesinde, basılma sahnesi evvelsinde bizim üzerimize gaz döküp yakmak istiyordu ya… Benim fikrim o idi.
Tabii ki kendimi oynadım. Şuraya kamera kurulsa başka birisi gibi gülemezsiniz.
O filmde ben 27-28 yaşlarında birini oynadım. O rolü ne gerekiyorsa yaptım açıkçası. Biz film yapmaya devam edeceğiz.

Sahnede bir tek koltuk ile bir şişe su var.

Allah kimsenin başına vermesin, çok zor iş, Allah kimsenin başına vermesin.Ben kendi yaptığım işi tanımlayabilirim. Bu işe eğilim gösteren genç varsa eğer, bu insanın kendisi ile çok ilgili birşey. Kendiniz nasılsanız gösteriniz de öyle olacaktır. Ne kadar ustalıkla olursanız olun, başka biri gibi olmayın. Ortaya çıkan siz olmayacaksınız. Bu da size başarı getirmeyecek. O nedenle kendiniz olduğunz zaman bu tarz birşey yapıyorsanız başarı peşi sıra kendiliğinden gelir.

Sevgili Cem Yılmaz sana ve bu söyleşiye katkılarından dolayı sevgili Ümit dandul’a teşekkür ediyor ayrıca sana mesleki hayatında başarılar diliyorum.

Cem Yılmaz; Çok sağolun.

Yazıyı Paylaş:

Mustafa KOKER

Yazar

Dergibi editörü.

İbrahim | 24 Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer.

Öykü Mahzeni

  • All Posts
  • Öykü Mahzeni
Boşluğa Karşı

5 Ekim 2023/

Felç olunca çekildiği Koşuyolu’ndaki evinde curcuna usulünde segâh şarkısını bestelerken Sadettin Kaynak, bir gece düşünde Karacaoğlan’ı gördü. “Üstad” dedi, ‘incecikten…

Üryan Söylenişler

  • All Posts
  • Üryan Söylenişler
İki. Ağyar Gider Yâr Kalır

3 Mayıs 2021/

“Aldı benüm gönlümi n’oldugum bilimezem Yavı kıldum ben beni isteyüp bulımazam” Yunus Emre Bahar yitikçiler çarşısıdır. Baharda öten her bülbül,…

Röportaj

  • All Posts
  • Röportaj

Kusurlu Yazılar

  • All Posts
  • Kusurlu Yazılar
Hasan Yılmaz

18 Ekim 2017/

Dün şair Hasan Yılmaz‘la beraberdim. Uzun süredir görüşme planları yapıyorduk ve bir türlü bir araya gelemiyorduk. En sonunda “artık emekli…

Edit Template