Yolunuz At Pazarı Meydanı’ndan geçerse, kuzey çıkışının sol köşesindeki asırlık yarı ahşap kıraathanede, tahta sandalyelerden birine oturmuş, mermer üstlüklü ahşap masada, elinde kalemi, akıcı bir yazıyla mektup kaleme alan birine rastlayabilirsiniz. Rastlayabilir ve çekinmeden yanına yaklaşıp yazdıklarına göz atabilir, hatta masasına oturup o yazdıkça siz okuyabilirsiniz. Ancak, gözden geçirip zarfa koyarken biraz acele etmelisiniz.
Günümüzde kağıt üzerine el yazısıyla mektup yazana rastlamak kolay, hatta/neredeyse mümkün olmadığına göre, bir kopyasını edinmek isteyebilirsiniz, korkmadan ve çekinmeden isteyebilir ve “Hay hay efendim, müsaade etmek haddimize mi efendim…” karşılığını alıp mektubun fotokopisini edinebilirsiniz. Hatta, şansınız yaver gitmişse, dostuna mektupla birlikte gönderdiği bir fotoğrafı da görme imkanı bulabilirsiniz. Belki çoktan unuttuğumuz veya kimbilir belki hiç kaleme almadığımız klasik tarz bir mektup, azımsanacak, küçümsenecek bir kazanç olmasa gerek:
Kıymetli dostum,
Yaradanımızın selamı, rahmeti ve bereketinin üzerinde daim olmasını temenni ederim.
Nasılsın, iyi misin? İnşallah sıhhat ve afiyettesindir. Kerime hanımlar, evlad-ı ıyal nasıllar? Hepsinin sıhhat ve afiyet üzerinde bulunmasını Cenab-ı Rabbul Alemin’den dilerim.
Beni soracak olursan, Allah’a hamdü sena konusunda ne kadar ihmalkarlık içinde bulunduğumu hatırlamış olurum.
Bu mektup ile birlikte sana bir de fotoğraf gönderiyorum. Fotoğrafta cephesi görünen, naçiz satırları çiziktirmekte bulunduğum kendi zamanımızın yadigarı küçük kıraathanedir. Bunlardan pek az kaldığından ve de görüntüsü dinlendirici olduğundan naşi olsa gerek, son zamanlarda buraya mektepliler gelip oturmaya başladı. Bu kadar hay-huyun arasında bu genç endazeler ruhen ve bedenen pek ziyade zorlanıyor olsalar gerek. Bu başlıbaşına bir mektup mevzuu. Bu bakımdan, tekrar fotoğrafa dönecek olursam, demek isterim ki, bir hafta kadar önce çektiğim bu fotoğrafta sen, kıraathanenin duvarlarına o günün bir anında vurmuş güneş ışığını görüyorsun. Kağıt üzerine kaydedilmiş bir an. Sağ kıyıda bir kısmı görülen küfeyi taşıyan adamı göremiyorsun, çünkü sınırlı mümkünlük aleminin aleti olan fotoğraf makinesinin içindeki film karesinin dışında kalmış ve kaydedilmemiş ama ben gördüm ve gördüm hanesine kayıtlı. Şu anda ben de senin gibi göremiyor isem bile, benim zihin karelerimde kaydı var.
Demek: Geçiciyi yaşamanın ötesine atlasak, yani, fanilik sınırını aşsak, ne görürüz, nelerle yüzyüze geliriz?
Yani: Geçti zannettiğimiz her şey böyle kaydediliyorsa…