Nerden gelip, nereye gittiği anlaşılmayan bu siyah, pürüzsüz yolda; hatırlayamadığı kadar uzun zamandır yürüyordu. Tek bildiği, yürümesi, ilerlemesi gerektiği idi. Fakat içinde ne bir sebep ne de hedef taşıyordu. Attığı her adımla hafızasında bir önceki adımı atışıyla ilgili bütün hatıralar siliniyor, bütün hayatı tek adımla sınırlanıyordu. Yeni bir adım atmalıyım diye düşünüyor, hafızasının oyunu yüzünden hep ilk adımı attığını zannetmenin telaşına kapılıyor; hesapsızca yeni adımlar atmaya çabalıyordu.
Yürüdü… Yürüdü… Ta ki yol ortasındaki o sarı lekeyi görene kadar. Sonra durdu. Hayret içindeydi.. Bunun gerçek olduğundan emin olmak istercesine çömeldi ve lekeye yakından baktı. Ona dokundu. Evet… Evet, bu gerçek bir lekeydi. Fakat o lekeyi yolun ortasına kim bırakmış olabilirdi?
Hafızasını zorlarken, aklına yıllar önce rastladığı birinin konuşması geldi:
-Onu yıllar önce, doğduğum gün tanıdım. Daha doğrusu o bana kendini tanıttı. Beni annemden ayırıp, plastik biberonlara, uzman kreş sahiplerine teslim etti. Annemi bir daha asla yaşayamadım. Söyleyin onu unutabilir miydim ki?
Daha sonraları rastladığı bir başka adam ise kendini tavandan sarkan ipe asmadan önce ona şunları söylemişti:
-Şimdi hiç ızdırabım yok. Yıllardır tek damla gözyaşı dahi dökemedim…
Sözünün devamını dinlemeden kaçmıştı. Yine de son kahkahasının kafatasında yankılanmasına mani olamadı.
Bütün bunlar olduktan sonra yola çıkmıştı. Fakat o sarı leke dururken, bu yolda daha fazla yürüyemezdi. Bunun üzerine günlerdir yapmadığı bir şeyi yaptı. Yoldan çıktı ve toprağın üstünde koşmaya başladı. Nefesi kesilene kadar ve dermanı tükenene kadar koştu. Son farkettiği şey, bir ağacın dibine yığılmış olmasıydı.
Kendine geldiğindeyse sadece bir kabus gördüğünü hatırlıyordu. Peki kabusta ne görmüştü? Yine de bir kabus gördüğünden emindi. Sonra etraffına bakındı. İyi de buraya ne zaman gelmişti? Bulunduğu yer bir uçurumun kenarıydı. Deniz yirmi metre kadar aşağıda; bütün gücüyle kıyıyı dövüyor, koparabildiği en ufak zerreleri dahi uzaklara, açıklara taşıyordu. Bir an dünyanın uçurum, deniz, gökyüzü ve dibinde oturduğu ağaçtan ibaret olduğunu zannetti. Ayağa kalktı ve yürümeye koyuldu.
Şimdi önünde hatırlayabileceği uzun bir yolculuk vardı.