Siz hep modern Türkiye’nin aydınlık yüzüydünüz. Bizse yıllar yılı geri kalmışlığın sembolü. Ne siz seçmiştiniz kimliğinizi, ne de biz kabullenmiştik bu rolü. Hem bin yıllık kültürün mirasçılarının tornadan çıkmış gibi tek tip olmaları beklenemezdi ki… Ama bekleniyordu işte. Ya onların istediği gibi renksiz, karaktersiz, kimliksiz olacaktık ya da kürtlüğümüzü, solculuğumuzu, müslümanlığımızı savunacaktık sonuna kadar. Zaten ‘siz’ ve ‘biz’ diye karşıtlıkları ve cepheleri oluşturanlar da biz değildik, ‘şeriat gelirse…’ histerisini besleyenler olmadığımız gibi… Bunlar sadece bizi fabrikasyon vatandaşlar haline getirmek isteyenlerin adlandırmalarıydı. Böylelikle bizim kendilerine değil birbirimize karşı durmamızı sağlayacaklar ve bizimle daha kolay mücadele edebileceklerdi. Ve öyle de oldu. Sistem kendi evlatlarını en klasik yöntem olan ‘böl, parçala, yut’ taktiğiyle ortadan kaldırırken de, kapitalizm bütün renkleri doların yeşiline boyarken de hep karşıdan baktık birbirimize. Aynı akıbetin bizi de beklediğini göremedik. Kürtlerin ağıtlarına kulak tıkadık, solcuların coplanışına oh çektik, islamcıları MGK’ya şikâyet ettik. Hep şüpheyle baktık birbirimize…
Ve hâlâ görmüyoruz birimize yöneltilen tehditin diğerimizin de gırtlağına yapışacağını.
Bu yüzden ‘bizi kesecekler, bizi örtecekler’ diye büyüttüğünüz korkular bugün gelip bizi buldu. Şimdi biz korkuyoruz attığımız her adımda. Her an ensemizde bir soluğun, başörtümüzü çekmeye hazırlanan bir elin kabusuyla yaşıyoruz. Eğitim alamıyoruz, fakültelerde çevik kuvvetle karşılanıyoruz, meslek sahibi olsak çalıştırılmıyoruz, sosyal hayatta kimi zaman aşağılanıyoruz, yok sayılıyoruz. İnsanlar acıyarak bakıyor artık bize. Başka bir ülke değil burası, bizim ülkemiz oysa, sizin, bizim, hepimizin ülkesi.
Kimliğimizi, kişiliğimizi, geleceğe dair projelerimizi sormuyor hiç kimse…
75 yıldır kafes arkasından kurtarmakla övündükleri kadınları yeniden evlerine hapsetmenin gururunu ve onuru yaşıyor, Cumhuriyet’in mirasyedileri… Üniversitelerde okuyarak aydınlanacak genç beyinlere kamusal alanı yasaklayıp onları cehaletin kucağına iterek ‘irtica’nın kökünü kazıyorlar akılları sıra. 2000 yılının çocuklarını yetiştirecek anneleri o çok kötüledikleri Osmanlı devri kadınları gibi kapatıyorlar kafes arkasına. “Siz okumayın”, “siz sokağa çıkmayın”, “dünyayı tanımayın”, “kendi ayaklarınız üzerinde durmayın”, “hep erkeğinize, babanıza, kocanıza, oğlunuza bağımlı yaşayın” diyorlar. Askerler, yasa koyucular, rektörler ve bilumum istihbarat grupları ‘İrtica’yla mücadele etmiyorlar aslında. Kimliğini, kişiliğini kazanan, birey olarak toplumda kendine yer edinmeye çalışan ve mekanizmayı rahatsız edecek denli başarılı olan kadınları hedef alıyorlar ve bütün kapıları birer birer kapatıyorlar yüzümüze.
“Türkiye İran olmayacak” sloganları atanlar farkında değil belki ama Türkiye İran oldu bile… Onlar da kadınları kendi istedikleri gibi şekillendiriyor, Türkiye Cumhuriyeti de. Her iki rejim de kadına nasıl giyinmek ve neye inanmak istediğini konusunda seçme hakkı tanımıyor. Neye, ne kadar inanması gerektiği ve inandıklarını nereye kadar hayata geçirebileceğini devlet belirliyor. Kadının iradesi yok sayılıyor, tıpkı eski Roma’da, ortaçağda olduğu gibi. Takvimlerin, tarihlerin, yüzyılların değişmesinin hiç önemi yok. Bazı kafalar hâlâ ortaçağın karanlığında kalmaya direniyor.
“Türkiye’nin aydınlık yüzleri” ise kendilerini kuşatan tehditin (!) yokedilmesinden memnun, sessizce onaylıyorlar olan biteni; asıl tehditin kimden ve nereden geldiğinden habersiz. Sizler değil miydiniz kadın ayrımcılığına, kadına yönelik şiddete karşı olan, kadın dayanışması için alanlara çıkıp erkek milletine meydan okuyan? Şimdi niye susuyorsunuz? Hemcinsleriniz sırf eğitim almak istedikleri için yaka paça polis zoruyla sınıflarından çıkarılırken, iki metrelik kumaşla devletin temellerinin sarsılacağını zannedenlerin emriyle coplanırken uğradıkları şiddeti, daha da kötüsü terörist ilan edilerek üzerlerinde uygulanan şiddeti şiddetten saymıyor musunuz yoksa? “Ama biz zulme uğrarken de siz susuyordunuz. İnsan hakları şimdi mi geldi aklınıza” deme kolaylığına kaçmayın artık. O zaman ne farkınız kalır eleştirdiklerinizden. Kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayanlara değil sözümüz. ‘Sen farklısın öyleyse burada olmamalısın’ diyenlere karşıysanız aynı safta olmalıyız.