Gece yarısından sonra atların koştuğunu duyuyorum.
Nal sesleriyle uyanıyorum.
Ahıra iniyorum.
Atlar terli.
Kişniyorlar.
Beni görünce sakinleşiyorlar.
Son bir ayda hemen her gün oluyor.
Bir gün ahıra saklandım.
Tarif edemem.
Geldiler.
Atlarıma bindiler.
Birine iğneyi batırdım.
Saçları topuklarına inen bir genç kıza dönüştü.
Yanımda eve çıkardım.
Anlattı.
Gelmez oldular.
Adını ‘B’ koydum.
Hünerli bir kadın gibi evi çekip çeviriyor.
İçimden geçeni okuyor.
Evden dışarı çıkamıyor.
İğneli.
Okuyor da içimden geçeni, birini yapmıyor.
Bir gün dayanamadım.
Kolundan tutup yanıma çektim.
Efendim, dedi, beni azat edersen iki yıl sonra, birlikte olurum seninle.
Söz vermezsen kilit açılmaz.
Zorlarsan incinirim.
Söz verdim.
İki yıl tez geçti.
İki yılın yıldönümünde sabaha karşı sözleştiğimiz gibi onu aldım, gölün uçurumsu kayalık kenarından suya bıraktım.
Göl daha bir mavileşirse kendi obasına kabul edilecekti, bunu anlamalıydım.
Göl kızıla boyanırsa öldürülecekti, bunu da.
Bir asır beklermişçesine dudaklarım kımıldayarak, içim titreyerek birkaç saniye bekledim.
Göl kan kırmızı köpürdü.
Kızıllık yayıldı.
Yayıldı.
Yayıldı.
Döndüm.
Doru kısrağın gözlerinde iki damla yaş.
