- Sahi sendeydi ve sende olmalıydı değil mi?
- Şu “kevn” ile “fesat” arasındaki sonu olan herşeyin en güzeli, en değerlisi, en asili, en bilmem neyi…
- Hadi farkında değilsin [diyelim] o aralıktaki, mevcut olanın aslında bozulmak için olacağına…
- Hoş; hileyle “kevni” öğüdü “fesada” tercihten belli bu farkında olmayış.
Bir de uğruna köleliği seçip tamah ettiklerin var ya, işte onlar en özeli en ilgiyi hak edenler değil mi?
İşte şimdi başlıyor senin imtihanın, en güvendiğinle sınanacaksın.
- Çünkü teminatı boşlukta duruyor.
- Emine emanet etmemiş bir de üstüne kibre kapılıp “en” deyip işaretleyerek etiketlemişsin “birbirinin aynısı” olan etraftaki binlercesinin arasında…
- Hele gevezelik yapıp pelesenk ettiysen başına gelen her musibetin tetiği olan o diline…
Emansız emeğinin karşılığının sessiz bir iç yangısı olduğunu anlatacaktır sana o ucuz öz güvenin, yalnız kaldığınız zamanlarda…
Susmalı mı artık…
- Fazla gürültü çıkarıyor çok dikkat çekiyorsun!
Gecenin örttüğü ormandaki ateş kadar belirginsin. Tabii ki sana gelip seni bulacak; börtüsü böceği nerde zararlı bir hayvanatı varsa…
- Oysa dilin kadar hafif “hasedin uykusu”. Uyandırmasana. Sussana.
Fazla gürültü çıkarıyor çok dikkat çekiyorsun. Sus biraz.
- İncitmesen mi artık kendi misal âlemindeki senin için olgunlaşmayı bekleyen sayısız hayrı…
- Ham, çiğ vaziyette ve şerle nereye kadar.
Zıddı ile kaim olunan yer burasıydı gerçi. Dünya…
E şerrin ne işi var burada? Buradaki adı öyle yalnızca.
- Onun adı Melekût âleminde şer değil belki de.
Adına şer dediklerinle, hayır dediklerinin gerçek şekil ve rengi çok daha farklı anlatılara göre. Onu da bilmeyiverelim, giremesin artık oraya da fanilerin iradesi. Nihayetinde burada zahiri ile senin derdin.
- Fazla gürültü çıkarıyor çok dikkat çekiyorsun. Sus artık!
Âbad olabilecekken berbat olmanın anlamı ne? Zulmü sadece başkasından gelir belleme. Maharetliysen kendi kendine de yaparsın.
- Sus biraz!…
- “Susmak huyların efendisidir,” diyor sözlerin efendisi. Ve susan kurtulur buyuruyor.
Sözün hükmü, ağırlığı ve hatırı uzun zaman önce terk etti bizi. “Ben bilmem”in, ölmüş, ağlayanı yok. Bir lafügüzaf çağı adeta. Kimse kimseyi dinlemiyor, konuşmak için hiç kimse sıra beklemiyor.
- İlmin kapısı, Haydar-ı Kerrar’ın “Afiyetin onda dokuzunun insanlardan kaçmak, birinin ise susmak olacağı zaman gelecek,” dediği zaman dilimindeyiz sanırım.
Peki panzehri ne bunun, mücadele nasıl olacak bu patırtı ile?
- Bulanıklığın durulması için beklemeli, beklerken boş durmamalı.
- Yani münzevi olmalı biraz.
- Hani şu, madenin en değerlisinin kaynağı olan yüreğe ve ordaki cevherin nakış nakış işlenerek gerçek bir sanat eserine dönüştürüldüğü akıl inzivasının sahibi olan münzevi…
Alınanın verilenden çok daha kıymetli olduğu kârlı bir alışveriş bizim münzevininkisi.
Niye mi?
Çok gülüp şarlatanlık yapmayana Heybet, gözüne hâkim olana Edep, boş laftan uzak durana Hikmet’in verildiği yüksek gelirlerin olduğu bir alışveriş.
Kazanmanı isteyen bir güç var sanki.
Bir de tek reçete sadece susmak mı? Tabii ki hayır.
Tevazunun bazen ukalalık olabilecek kadar hassas olduğunu bilip, tefekkürün bulunmadığı, sükûtun gaflet doğuracağının farkına varılırsa işte o zaman işler insani güzellik ve intizama sahip olacaktır.
E bunca şeyden sonra yola düştüysen;
yalınkat, sürçen bir dilin ve kimseye kötülük beslemediğin bir gönle sahipsindir artık.
- Hatta sürekli kırılsa da “Hanendir Allah’ım sen tamir et!” deyip onarıldığına kesin gözüyle baktığın kalpte senindir şüphesiz.
Korkma…
İçindeki umut ışığı etrafındaki kargaşa karanlığından çok daha parlak ve güçlüdür…