Hediyeni aldığım gün…
Yıllarca biriktirdiğin hayatın resimlerini bir ânlık bakışına sığdırman hayrete düşürmüştü beni. Öylece kalmıştım, bana kendini katıksız sunduğun için. İlk şaşkınlığımdan sıyrılınca sordum;
“-Bunca zamandır baktığım gözlerin, daha evvel neden sunmadı bana bunu?”
Neden tüm yaşadıklarını o âna sığdırmıştın üstelik? Peki ya yine doyasıya baktığım gözlerinden ayırmış olsaydım bakışlarımı, tam o ânında, bir sebebi olsaydı, bir kuş havalansaydı meselâ birden, ya da bir çığlık duysaydım belki, ellerim kanasaydı, deprem olsaydı, az evvel simit aldığımız adam denize atsaydı kendini, bir martı uçmayı unutsaydı.. yani bir ân için ayırsaydım bakışlarımı… o ânki bakışında sunduğun hayatını izleyemeyecek miydim?
Bu, bana verdiğin en güzel hediye, biliyorsun, teşekkür ediyorum sana…
*****
Gözlerinde izlediğim çoğu şey yabancı değil benim için. Seni tanıyordum, aileni, dostlarını, gezdiğin yerleri, dinlediğin şarkıları biliyordum.
Yüksek sesle söylemekten çekindiğin o türkünü bile…
*****
Tanıyordum seni, bazı zamanlar tümüyle kendim gibi.. Beni bir kaleminmişim gibi görmen hoşuma gidiyordu. Anlatıyordun bana, anlatıyor ve yazdırıyordun… Bazan bir çaybahçesinde, bazan bir otobüste, bir odada, sesi gidip gelen radyonun başında.. Tutup beni başaşağı yazıyordun..
*****
Seviyordum seni, tanıdıkça daha çok! Yoksa sevdikçe mi tanıyordum çok?!.. Yoksa herşey ‘çok’ yoğun olduğu için mi güzeldi? Lakin şu bir gerçekti işte, sevdikçe seni anlamam kolaylaşıyordu. Seni ve seni anladığım ben’i seviyordum..
Arasıra, ne düşüneceğini tahmin edip senden önce söyleyiverince, bu ‘ara sıra’lara sitem ediyordun.. Yemlenen kuşlara bakarken içlendiğini, vapur çarklarının köpük köpük yaptığı dalgalardan biri olmak istediğini, şehrin gürültüsünden yorgun düşmüş su kemerlerine yaklaşırken kısık sesle o seni alıp götüren türkünü söylemeyi düşündüğünü tahmin ettiğimde değil. Benimle yazmak istemediğin zamanlarda bile beni sevdiğini söylediğimde, Darılıyordun işte..
Ve soruyordun;
“Seni bu kadar mı çözmüştüm? Kolay mıydın yoksa? Benim yerime kim olsa anlar mıydı böyle hemen?”
Hayır! Sadece ara sıra.. Beni gerçekten yanında götürdüğün zamanlarda..
*****
Hani Beyazıt’ta, o her gün daha da kalabalıklaşan meydanda birden durup yerdeki ezilmekten kurtulmuş eflatun çiçeğe baktığın gün… Eğilip sana vermek için aldığımda kaşlarını çatıp uzaklaşmıştın oradan, benden.. Ve karşına ilk çıkan mendil satıcısı, kir pas içindeki çocuğa, çantandan bir kutu çıkarıp vermiştin. Uzaktım sana, yanında değildim.. O esmer çocuk kutuyu açtığında neden sevinmişti çözememiştim… Onun yerine ben mi sevinecektim, öğrenememiştim..
Seni gerçekten çözmek “hep” mümkün değildi…
Sadece ara sıra, beni gerçekten yanında götürdüğün zamanlarda..
*****
Fakat yine de tanıyordum seni, yeni giysiler alıp tamamen değiştiğinde bile..
Başkalarının türkülerini söylediğinde bile…
*****
Ellerinle yaşadıklarını yazdığın sayfalardan azdı, hayatının takvimlerde kapladığı yapraklar..
*****
Bu bana verdiğin en güzel hediye biliyorsun..
Ve üstelik, yıllarca biriktirdiğin hayatın resimlerini, bir ânlık bakışına sığdırman hayrete düşürdü beni.
18 Nisan ’99