Çok sordular, söyledim
Bakışlarından anladım; seni bir bedene, beni de bir kalıba hapsetmişlerdi. Seni benden çıkarıp başka bir bedene yerleştirmeyi nasıl düşünebildiler?
Soruyorlardı, ismini, yaşadığın yeri… Onlara “ben de bilmiyorum” demek istemediğim için sana ait olmayan ama olması mümkün olan bir isim ve bir adres verdim. Gidip gördüler mi bilmiyorum.. Fakat, cevabı aldıklarında “herşeyi öğrenmişçesine” ve “yine haklı çıkmışçasına” gittiler.. Evet sadece bir cevap istediler, verdim, gittiler… Gidip gördüler mi bilmiyorum…
Onlara elimi uzatıp, “Gelin sizi ona götüreyim” dediğimde hepsi gelirdi, eminim.. Onlara elimi uzatmadım… (gidecek yerim olmadığından mı, elim olmadığından mı, uzatamadığımdan mı? bilmiyorum..)
Bakışlarından anladığımda seni bir bedene beni bir kalıba hapsettikleri, düşündüm; senin gerçek olman durumunda bunu isteyip, istemeyeceğimi… Hayır, hayretimi, korkularımı merakımı anlattığım satırlar hâlâ benim satırlarım, inkar etmiyor ve gözlerine kimsenin mil çekmiyorum lanetler yağdırarak… Kim bir kalem olmayı kabullenirdi, söylesene! Onlar da söylesin… Kim yazabilirdi hem seni, herşeyinle, gülüşünle, tevazun ve kininle, kaprisin ve sevecenliğinle, aşk dolu yüzün ve ellerinle… eksiksiz yani, yani herşeyinle… Kim çözebilir ve ardından elleriyle düğümleyebilirdi seni? Hiç işte!
Gitmediğim/gidemediğim köylerin hesabını ister gibi sordular seni… Yolda yürürken ayağıma taş çarptığında neler düşündüğümü bilmeyen insanların seni bir bedene beni bir kalıba hapsetmelerine şaşırmamalıydım. Ayağıma taşların çarptığı yollarda zihnime konan düşüncelerimi anlatmadım. Bir taşı art arda sektirmenin muzipliğini yaşıyormuş gibi göründüğüm sırada, yani gözlerime parıltı, dudaklarıma gülümseme yaydığım sırada, yani yol boyunca o taşı sektirdiğimi görenlerin arasından yaramaz bir çocuk gibi geçtiğim sırada, yani ellerimden defterleri düşürme riskini dahi göze aldığım sırada, bana kalemin olmamı teklif ettiğin günü düşünüyordum…
Onlara, nasıl bugüne kadar bir mum olmak istediğimi anlatmadıysam, kalem olmanın/kalemin olmanın mutluluğunu da anlatmıyorum.
Bilmende fayda var. Seni soranlara hep o an içimden geçen adresleri veriyorum. Yani bazan az ileride oturuyor oluyorsun denize karşı, bazan tam karşıdan karşıya geçmekte oluyorsun… Yani bazan yüzüne yapışıyor rüzgarın taşıdığı damlalar, bazan bir kadına çarpıyorsun; bir eliyle pazar çantasını tutan kadına.. Yani bir sorduklarında uzak oluyorsun bana, bir sorduklarında başka… Soruyorlar ısrarla, söylüyorum…
Görünmek istemiyorsan kaç.
19 Mayıs 1998