Şiirle kutsal metinler arasında her zaman ortak bir soluk alış verişi vardır. Kutsal metinlerin özellikle biçim örgüsü kolay hafızada kalırlığa bağlı olarak müzikaliteye yakın durur. Müzik kelimelere ve imgeye dönüştürülemeyen en geniş boyutlu bir dildir. Bir alt dile dönüştürülemezlik(tercüme edilemezlik) evrenselliğe dair bir niteliktir. Ahenk,ritm ve kafiye kutsal metinlerin anlam çatısını tamamlayan unsurlardır. Sözün hafizada bir dinlenme müddeti beklemeksizin uçuculuğuna karşın, ses bellekte uzun süreli barınabildiğinden hatırlatıcı yönüyle daha baskındır.
Söz, gerek hafızanın nisyanla malul oluşu sebebiyle, gerekse eyleme (pratiğe) indirgenme zorunluluğu sebebiyle insana ve zamana tek başına mukavemet gösteremez.Ses; söz ve anlamın taşıyıcısı, koruyucusu ve yükselticisidir. Zengin çağrışım imkanı ve pratiğe dönük bir tarafının olmaması (mükellefiyetsizlik) ses’in ömrünü sonsuza taşır. (“Dinle ney’den kim hikayet etmede/ Ayrılıklardan şikayet etmede”)
Bir şey’in tarz ve sunuşu o şey’in yüklendiği anlamdan daha kalıcı olabilir. Fransızca bir söz’ün dediği gibi; Sadaka’nın veriliş şekli verilen sadakadan evladır. Şiirde de form içeriğe dair kalıcılığın bir garantisidir. Modern şiirin ne kadar yakasından atmaya çalışsa da bir türlü o’nsuz edemediği “kafiye” bu form’un -içeriği uyarıp silkeleyen- önemli bir parçasıdır.
Sadece şiiri tatlandıran bir katkı unsuru değil, aynı zamanda sözcükler arası anlamsal mukareneti sağlayan bir çöpçatan ya da unutulmuş yakınlıkları hatırlatan, uzaktan akrabalıkları pekiştiren bir arabulucudur. Zannedildiği gibi şairde stotuko’ya bağlılığın bir dışa sızması değil, uyumlu bir dünyanın tezahürü, parça rüyaların bir araya getirilip bütünleştirilmesidir.
Kafiyede sesin söz’e baskın duruşu şiirin serazad akışına mudahale eder. Okuyucu,muhayyilesinde oluşan renk tonunu değiştir. Bu, şaire karşıları, başka oluşları, başka duyuş ve renkleri göstermeye benzer bir işarettir. Hisleri üzerine âdeta yüzüstü kapaklanan şair, tasarımı dışındaki daha öteyi görebilmektedir artık. Okuyucu ise her an sürprizlere hazırlıklı ve açık bir bilince yaklaşmıştır.
Şapkadan tavşan çıkarmak ya da boşluğu sonsuz renkte tuğlalarla örmek değildir kafiyenin şiirdeki işlevi. Öz’den farklı, içeriği boğan yaban kalmış, şairin sürükleyerek şiire taşıdığı bir dolgu malzemesi hiç değil. Kendisi gelen, gelirken de rüzgarını peşinden getiren, gelişiyle etrafına cazibe yayan, uzun yollardan gelse de karar kıldığı yerin yerlisi yani hepimiizn aşinasıdır o. Şu günlerde kendini en güzel Süleyman Çobanoğlu’nun dizelerinde anlatıp görünür kılmakta:
“Şuuru çifteleyen bir azgın tay çıkıyor
Zihnin pür siyahından beyaz bir ay çıkıyor.
Bir örnek tuğlaları diziyorum ortaya
Hem serin,hem aydınlık, yedi saray çıkıyor…”