Çareler ve Kehanetler kitabının yirmi üçüncü sayfasına geldiğimde, kâhinin bir kemirgenin soyduğunu düşündürecek denli kupkuru ve cansız bir kabuğu andıran ürkünç yüzünü görünce; bu sayfaya kadar okuduklarımdan aklıma ve kalbime sapladığı sorularla birlikte bu yüzü aklımdan nasıl söküp atacağımı düşünmeden edemedim.
Aklını sürekli mısır lapası, soğan çorbası, kahve telvesi ve yüz doksan dokuz kelimeyle besleyen bu kadın, insanlığı etsiz bir geleceğin beklediğini söylüyor ve yakın gelecekte Uzakdoğu’da kopacak bir fırtınanın uğultusunun tüm dünyayı sağır edeceğinin haberini veriyordu.
Söylediklerini kendisi gibi kör bir kâtibe yazdırıyormuş. Kâtibe not tuttururken her defasında söylediği isimlerin tamamını büyük harfle yazmasını, satır sonuna geldiğinde kelimeyi bölmemesini, noktalama işaretleri kullanmamasını sıkı sıkı tembih ediyormuş. Koynunda reçineli beze sardığı bir sabit kalem taşırmış. Söylediklerini yazdırmaya başlamadan, kalemin ucunu kendi tükürüğüyle ıslatır, sonra kalemi kâtibe uzatırmış. Dilinin ucunda ve dudağının ortasında görünen mor leke bundanmış.
Tüm cümlelerini gelecek zaman kipiyle kuran kör kâhin, ölmeden önce ucunu kurumuş diline sürdüğü sabit kalemi kör kâtibe uzatırken, yaz demiş: Hiçbir kâhin uzun bir felaket senaryosu yazamaz.