İşsiz çalışmakla dolduramadığı zamanın içerisini karamsar ve kötümser düşüncelerle doldurur. Neye yaradığını bir türlü bilemediği ellerine garip ve mahzun bakarak kendine şunu telkin eder : “Evet, ben işlevsiz, fonksiyonsuz bir insanım. İki yüzlü dünyanın yeryüzü denilen bölgesinde benim yapabileceğim hiç ama hiçbir şey yoktur, ya da şu andan itibaren kalmamıştır. Keşke, duvarları yumruklamak bir iş sayılsaydı. En çok yaptığım bu hareket sayesinde benim de bir mesleğim olmuş olurdu.”
İşsizlik sanıldığı gibi yalnızca bireylerin cebinde boşluk oluşturup yaralar açan bir hâl değil, başta beyin olmak üzere bütün işlevsel organların hükümsüz addedilip, insanın kendi âtıl organik yalnızlığına terkedildiği bir durumdur. Eli kolu bağlanarak hareket alanı kısıtlanmış bir kişi, hangi sıkıntıları hissediyorsa işsiz de aynı sıkıntıları hisseder.
İşsiz kalma durumu bireyin yeteneksizliği ile açıklanabilecek bir durum değildir. Bu kapitalist toplumların, insan onurunu es geçen sömürüye dayalı bir bahanesidir. Oysa, gökkubbe altında her insana çalışma fırsatı tanıyacak kadar çok iş vardır. Modern dünya, adeleye dayalı yapılcak işleri teknik planda azaltmış görünse de gerçek bunun tam aksidir. Dünya yıkılıp yeniden yapılan bir şantiyeye dönüşürken bu şantiyede herkese kendine göre iş düşmektedir. Kapitalist dünya görüşüne göre, bireyin işsiz kalması direkt olarak aç kalması demektir. Yani, “sen ellerini kullanarak bir şeyler yapmak, bir takım işlere yaramak istiyorsun ama şu zamanda senin beynine ve ellerine uygun işimiz yok. Bu talihsizliğin bedelini açlık ve çaresizlikle ödemenden daha doğal bir şey yoktur.” Şeklinde anlamak mümkündür.
Kağıt üzerinde de olsa işçilerin bir sendikası var. Memurlar ise sendikal mücadelelerini hükümete kabul ettirmeye çalışıyorlar. Meydanları dolduran işçi ve memur kendilerine reva görülen komik maaş artışlarını 23 Nisan musamerelerini andırır şekilde de olsa protosto ediyorlar. Maaş bodrolarını ya da sevmedikleri büyüklerin kuklalarını ateşe vererek bir çeşit mesaj vermeye çalışıyorlar. Özellikle kış aylarında panzerlerden üzerlerine sıkılan suyla karışık joplar altında işçi olduklarını, haklı olduklarını ve kazanacaklarını haykırıyorlar. İş bulmuş insanların aş mücadelesidir bu.
Bir de hiç hak sahibi olmamış ve hiç kazanamamış işsiz kitlesi var. Bu kitlenin en tipik özelliği hiçbir iş yapmıyor oluşlarıdır. Kendilerini işsiz kılan güç ve etkenlere karşı da hiçbir iş yapmıyorlar. Emekleri sömürülen milyonlarca kişi kadar , taşı sıkıp demiri eritecek genç enerjiye sahip oldukları halde hiç iş yüzü görmemişler. Ellerinin, ayaklarının, bileklerinin ve yüreklerinin ne işe yaradığını göbeği keyiften yağ bağlamış olanlara soracak mecalleri bile kalmamış.
İşsiz sadece çalışma hakkı gasbedilen değil aynı zamanda tembellik yapma hak ve imkanı da elinden alınmış kişidir. Çalışma yoğunluğu içerisinden kendini çekip çıkararak kendilerini tabiatın asli haline adapte etmeye çalışan insanın eylemsizlik halini de onda yakalamamız mümkün değildir. Zira, tembellik çalışan insanın çağa ve kendini yok sayıp tüketen bir üretime karşı pasif direnişidir. İşte kapitalist sistemin işsizlerden esirgediği doygunluk durumu da budur. Geriye Paul Lafargue’nin dilyle işsizlerin duasına “amin” demek kalıyor galiba.
“Ey tembellik, uzun süren sefilliğimize acı! Ey sanatların ve soylu erdemlerin anası tembellik, insan kaygılarına merhem ol!”