Dağılmış inci taneleri
O güzelim tesbihler dağılmış
Karışmışlar kum-çakıl arasına
Ne mümkün şimdi ayıklamak

Her yağmur sonrasında
Toprağın kokması gibi
Sarhoşluğu gibi her türlü içkinin
Savaş sonrası
Bir yanardağ patlaması
Bir sel ve bir deprem dalgası
Ve bütün sonraların sonrası
Yokluk gibi, kargaşa gibi
Bir ihtilal sonrası
Düşman olması gibi herkesin birbirine
Dağılmış o kehribar tesbihler
Kum-çakıl arasına karışmış inciler

Kimseye güveni yok şimdi insanların

…….
Kendini ‘Mehmet’ diye tanıtıyor
İçlerinden biri
Kimse bilmiyor gerçek ismini
Aranıyormuş uzun zamandan beri
‘Samsunluyum’ diyor ya
Kendi bilir memleketi neresi

‘Bafralı Mehmet’ biliyor onu
Üç aydır dolaştığı kız
O da inci tanelerinden biri
İhtilalden sonradır tanışmamız

Cebinde sahte kimlik
Hayalinde hekimlik
Liseyi dışardan bitirmiş
Anlattıkları hep içerden

Bir sevdiği varmış önceleri
Kaşı gözü bir içimlik
Evlenmekken düşünceleri
İçeri düşmüş, yitirmiş

Efkarlanır da duman duman
Ara sıra şiir yazar
Bazı akşamlar görürüm
Bizim ‘Samsunlu Mehmet’i
Ben de bilmem gerçek adını
Bilmem memleketi neresi
Aklına geldikçe sevdiğine yanar
O kızı
ve memleketi

Çoktan evlenmiş sevdiği
Bizimkinin ağzı küfük dolu şimdi
Bir vefasız olur kızın adı
Bir Emine…
Bayılır Mehmet
Aykırı kafiyelerin ritmine
Sigara gibi ekler gündüze geceyi
Soranlara sözü hazır:

“Kahve içerken mi verdik
biz o ifadeyi?”

Burada, biz de ondan gizli
Okuyalım bir görüş günü yazdığı şiiri:

“Gayrı bu mekandan gitmeli
Gitmeli çöle dönen topraklardan
Sürmeli kağnıları başka diyarlara
Yarına ümitle bakmak için

Bulutlar ve topraklar gibi
Zamanla insan da değişiyor
Hayra yormuyor kimse halimizi
Bizim toprağımızı başkaları eşiyor”

Mehmetim,
İnsanın manevra kabiliyeti
Elbette kadırgalardan yüksektir
İçimizdeki fırtınanın şiddeti
Çılgın kasırgalardan yüksektir

Bizimki, kordonda değil üstadım
Değil muhakkak
Bir yangın yerinde yürümektir
Kara baht ile ak baş ile
Tek başına ve yalınayak

Boşa mı gitti kim bilir
Neş’eyle geçtiğimiz şarkılar
Ya o güzelim türküler
Nerede kaldı

Kafamızın içinde rasputin çalınması
Söyle, ne demektir Süleyman Ağa
Ne demektir yüreğimizin iliştirilmesi
Ucu paslı iğnelerle bir koca yasağa

Unuttuk mu yoksa
Herkesin ormanlarda kaybolmasını
En güzel masalları, destanları
Ve yalnız
Gecelere sinen insafın kıymetini
Herşeyin birbirine karıştığı zamanda
Gerçekten unuttuk mu şükrü
Dağlara mı kaçtı dersin ceylan
Ormanda mı kaldı karaca
Yoksa rüyalar mı bizi yaşatan

Bir yerlerde bir işaret olmalı
Veya derinlerde bir iz
Doğru bildiğimiz yolda
Korkusuzca yürümeliyiz
“Alıp başını yürümeden dağlar
Ve daha kabarmadan deniz”
Ah bir hatırlasak
Neyiz ve kimlerdeniz
Herkesin bir adı var
Çünkü öyle biliniriz

Ve dostum
Şayet sen de şairsen
Günahtan çekinir de kalben
Tek şiirle tüketir geceyi
Avunur, bununla yetinirsen
Bir mısraın olsun kıymetini
Bayram kadar bilirsen
Açıktır kapımız tasalanma
Birgün çıkar gelirsen
Ki makbuldür sözümüzü
Şimdiden bir davet sayan

İşte o zaman
Tekrar açacaktır erguvan
Dinmese bile yağmur
Suz-i dil faslını geçse de felek
Aydınlatınca dünyamızı
O çiçek, dört başı mamur
Kök salacak durmadan
Durmadan ve aldırmadan
Bu sevda büyüyor bulut bulut
Ben daha şimdiden hazırım
Elini çabuk tut Selman
Çabuk tut

Biliyorum
Birgün son bulunca
Sığındığımız sabrın siyahı
Hurilerle haber salacaksın
Biliyorum, gün mahşer günü de olsa
Tek çiçeğimiz vakitsiz de solsa
Aldırmayacaksın biliyorum

Yeniden yeşertmek için o çiçeği
Birlikte terkedeceğiz geceyi
Kolları sıvayacaksın

Fakat benzemez eski günlere bugün
Makinemin şeridi
Kalemlerin mürekkebi değişti
Değişti eski nehirlerin yatağı
Birbirine girdi dost ile düşman

Şimdi
Toplamak zor
Dağılan taneleri
Malum ihtilalden beri
Herkes bir yer buldu kendine

Kimseye güveni yok insanların

%d blogcu bunu beğendi: