Vuslat belki uzakta, bilmem, yakında belki
Özlenen sen olunca hasret öyle güzel ki,
Gökyüzümde açılan geniş cam kapılardan
Nazarı sudan almış, beyaz rengini kardan
Periler uğruyorlar, masalından firarlı
Periler ki, gönlümü incitmeye kararlı.
Oysa yalnızım işte, yalnız, yapayalnızım
Şiirin kumsalında tutmadı ayak izim
Dostum dediğim ilhâm lûtfen bir gülümsüyor
Geceler dil bağlamış, karanlıklar susuyor
Söylediğim ne varsa; yazdığım, satır satır
Değil mi ki sevdâsız, biliyorum, günahtır
Bu yalnız ibadetler günahtır, biliyorum
Yorulan yüreğimle bak neler diliyorum;
Yarı fısıldamaksa aşkı, yarı söylemek
Rûhumu titreten o kavgaları söylemek
Geceyi parça parça edivermek, hunharca
Ki düşerse bizim de hissemize bir parça
Uyumak orada hiç uyumamışlar gibi
Tenhâya düşmek için arda kalışlar gibi…
Cevabını ararken ezelden kalma sorum
Birşeylere yeniden başlamak istiyorum
Ötenin yangınında kavrulmak, diri diri
Yakarmak sahibinden soylu, büyük şiiri
Ve sonra sermek senin o loş ayakaltına
Koklamak, dudağımla sokulup başörtüne
Bir fındık kabuğunun ekşi kokusu gibi
-Tanrım benim!- O koku, toprak gibi, su gibi…
O zaman dirilecek, o zaman aşkım işte!
Senin için, ne yok ki bu yetim dirilişte
Ay parçası hüzünler, salkımsöğüt acılar,
Yağmura avuç açmış gönüllü duacılar…
Hepsi gözlerindeki çocuk emeller için.
Yüzüne gölgeleri indirip süslenişin
İncitmez sanıyorsan, incitmez mi diyeyim
Şiirini kendin bul, kendin yaz mı diyeyim?
Ellerimi boş bırak, yüreğimden tut beni
Bir dahaki sefere gerçekten avut beni
Ninniler mi söylersin, türküler mi dizersin
Sen benim dileğimi benden iyi sezersin
Ya bir kuru gerçekte, ya mavi bir rûyâda
Yaşadığın mevsime, ya götür beni ya da
Bu son şiirmiş gibi ömrümce susacağım
Gördüğüm ilk bahçeyle anlaşınca kucağım
Kendime bir yer seçip gölgelerin ucunda
Son ilhamdan yadigâr bir kederin ucunda
Bir daha bakacağım sana olduğum yerden
Ve birden bir yabancı gibi ürkek, çekingen
Diyeceğim; “Mâdem ki böyle revâ gördünüz
Örtünüz üzerimi, sıkı sıkı örtünüz!”