Geçen gün gazetenin birinde bir şair arkadaşın alışılmışın dışında fotoğrafına rastladım. Şaşkınlığımı bağışlayın, daha önce hiç olmadık şekilde bu şair arkadaşa yer ayrılmış, yazın dünyasında yapıp ettikleri sayfayı ortalayan bir fotoğrafla desteklenip süslenmişti. Nasıl korktum bilemezsiniz. Yoksa düşünmek bile istemediğim şey mi olmuştu, bir şair dostu daha mı ahirete yolcu ediyorduk.
Üstelik aylardan Haziran ve mukadderatın şairler üzerinde en çok tecelli ettiği bir ay’daydık. Daha merhum Aleaddin Özdenören’in vefatının üzerinden bir hafta bile geçmemişken yoksa bu kez…Çok şükür ki durum benim kaygılandığım şekilde değildi. Olup biten sıra dışı bir âlicenaplık örneğiydi. Gönül ister ki bütün gazetelerin kültür -sanat sahifeleri bizi hep böyle şaşırtsın.
Heyhat ki bir yazarın yaptıkları ve yazdıklarının yaşıyorken kültür dünyasında fazla makes bulmadığı bir ortamda yaşıyoruz. Evet, özellikle dünya değil ortam diyorum. Çünkü dünyanın hepsi böyle değil. Başka dünyaların insanları en ufak reflekslerine kadar birbirlerinden haberdarlar. “Sadece ölüler sevilir çünkü onların bedenleri yoktur” sözünü hatırlatırcasına yaşayan yazar ve şairlerden esirgediğimiz sevgi, ilgi ve anlayışı bir anda ölü ozanlar üzerinde yoğunlaştırabiliyoruz. Yaşarken esirgediğimiz ilgiyi bu kez abartılı bir şekilde sunmakta adeta yarışmamızın sebebi ne ola ki?..Lafı eveleyip gevelemeden söyleyeyim:Yaşamışlığımızın hiçbir haber değeri yok! Şair yazar da olsak ölümümüz sadece medyatik bir malzeme.
Geçtiğimiz aylarda bir kaza sonucu ölen şair Nazir Akalın ve yine geçen günlerde vefat eden Aleaddin Özdenören yukarıdaki yargımıza iki somut örnektir. Şahsen ben Nazir’in sağlığında ciddi anlamda yazdıklarıyla ilgili- Turan Karataş’ı saymazsak- kimsenin kalem oynattığını görmedim. Oysa o bu duyarsızlık ve umarsızlığı sık sık dile getiren biriydi.Onun Sağduyu gazetesinde ve daha sonra Hece dergisinde “Şair Arkadaşlara Dair” başlığı altında kırgınlık ve sitem dolu satırları bu konuda önemli bir örnektir.
Nazir’in ölüm haberi duyulur duyulmaz methiye ile mersiye adeta birbirine karışırcasına yazı sağnağı da yağmaya başladı. “Türk Edebiyatı çok önemli bir evladını kaybetti” nevinden geç sezilmiş bir marifetin zamanında ortaya konmamış iltifatını andırır cinsten yazılar ortalığı kapladı. Şaire dair bu tesbit ve iltifatkarane belirlemelerini biz ilk kez işitiyorduk.Bütün bu güzel sözler şair hayattayken söylenmiş olsaydı sanki kim ne kaybederdi?.Bu saatten sonra ölüye kıymet biçercesine sözler söylemenin de bir mantığı var mıdır?
Merhum Aleattin Özdenören’in yazınsal yalnızlığı da ölümcül hastalığının nüksettiği zamana kadar sürdü. Bu zamana dek onu “ünlem” ve “yansıma” dergilerinin dışında başka bir yerde göremiyoruz. Doğrusu “Özdenören şiiri”ne dair dişe dokunur bir şey de yazılmış değildi. Yakın zamana kadar hasta yatağının başından kalkmayan Cevat Akkanat’ın Özdenören’in ölümü üzerine Yeni Şafak’ta yazdığı yazı, içerisinde başka bir acıyı barındırması açısından da önemliydi. Bu yazıyı önemli kılan şey, söz konusu ettiğimiz yazınsal yalnızlıktan Aleattin Özdenörenin de müşteki ve muzdarip olduğu gerçeğidir.Nitekim Akkanatın yazdığına göre, Aleattin bey kaç kez kendi şiiriyle ilgili kanaatlerini hastahanede Cevat Akkanattan ısrarla istemesine rağmen Akkanat’ın buna bir türlü fırsat bulamamıştır. Ne hazin tecellidir ki Cevat’ın son yazısı “A. Özdenören”in arkasından ölümüne dair olacaktır.
Yazınsal değeri yaşadığı zamanda taktir edilmeyenler şüphesiz sadece bu iki isim değil, önden gidenlerden Akif İnan için de aynı şeyleri söylemek mümkün. İnsanın değerinin taktir edilmesi için önündeki en büyük engel yaşamışlığı mıdır diye sormadan edemiyor insan?..Yoksa insanlık ailesinden zorunlu bir çekilişin geride kalanlarca teselliye dönük ödüllendirilmesi mi?
Hayat üzerimizdeki efsaneyi okunaksız kılıyor.Dünyaya göz kapadığımız zaman ne çok anlaşılır ve ne denli sevimli olacağımızı şimdiden kestirmek zor değil.Bugün hayatımızın tashih hatalarıyla uğraşmaktan yüzümüze bakmaya vakitleri olmayanlar o gün yaşama hakkını kullanan bizleri gökten inme nurani varlıklara dönüştüreceklerini ve hatta adımıza özel günler tertipleyip özel sayılar tasarlayacaklarını söylemek için sanırım medyum olmaya hiç gerek yoktur.
Yaşayan yazarların eserlerine karşı kör, sağır ve dilsiz kesilenlerin ölü ozanlara gelince sözü kimseye kaptırmazcasına konuşmaya istekli olmaları eğer bir cesetseverlik değilse ölmüşlerin mirasından giderayak bir şeyler koparabilmek eliçabukluğu olsa gerektir!