Melih Bayram Dede

DERGİBİ’NİN ÖYKÜSÜ

Ocak 1999’da yayınlanmaya başlanan Dergibi’nin öyküsünü kurucusu Melih Bayram Dede şöyle anlatıyor:

Takvimlerin 1998 yılı Aralık ayının son haftasını gösterdiği günlerde, internette bir edebiyat sitesi, benim tanımımla “Dergi gibi bir şey” çıkarmayı planlıyor ve bu “dergi gibi” şeye isim arıyordum. Bu konuyu, Mehmet Şeker’e açtığımda, şöyle dediğimi hatırlıyorum: “İnternette dergi gibi bir şey çıkarmayı düşünüyorum. Ama öncelikle bir isim bulmamız gerek!”.

Böyle bir girişten sonra Mehmet Şeker’den cevap geldi:

“Adı Dergibi olsun!”

Bu çok güzel bir isimdi. Hemen kabul ettim.

Şimdi zaman zaman düşündüğümde, “Dergibi” adının ne kadar isabetli bir karar olduğunu tekrar anlıyorum.

İşte Dergibi böyle doğdu. Türkiye internetinde ilklerden oluşu nedeniyle büyük ilgi gördü. Basında, özellikle de gazetelerin kültür sayfalarında haber oldu. Televizyonların internet programlarında yer verildi.

İlk etapta basılı dergilerde ürün yayınlayan dostlarımız, internette yayınlanan bir dergiye ürün vermekte çekingen davrandılar. İnternet onlara göre, yeni ve yabancıydı. Bir görüşe göre de, “suya yazılan yazı”dan farksızdı. Bu ve bunun gibi nedenlerden ötürü gereksiz de olsa, “İnternette edebiyat olur mu?” tartışmalarına şahit olduk. Zaman zaman bu tartışmalara Dergibi’den biz de katıldık.

Daha sonraları, internette edebiyata soğuk bakanların da, ürünlerini internette yayınlanan ve Dergibi’yi model alarak oluşturulan sitelerde yayınladıklarını gördük, mutlu olduk.

Aradan geçen yıllarda ise, büyük mesafe katedildi. Yeni edebiyat siteleri açıldı. Bunların kimi e-dergi, kimi ise edebiyat arşivi niteliğindeydi. Dergi formatında siteler kadar arşiv niteliğinde sitelere de ihtiyaç var kuşkusuz. Yine de biz şiir ve şair özgeçmişi arşivleyen sitelerden çok, yeni ürünler yayınlayan “dergi” formatında yayın yapan sitelerin sayısının artmasını tercih ediyoruz. Böylelikle, edebiyatta bir okul görevi gören basılı dergilerin misyonuna sahip sitelerin varolması sağlanabilir.

Ürün yayınlayan bir site olan Dergibi, yeni bir döneme girdi. Dergibi’nin bundan sonraki gelişimini/öyküsünü yaşayarak, birlikte göreceğiz.

EDİTÖRLER

Ali Ömer akbulut: aliomerak@gmail.com
Cahid Efgan Akgül: cahidefgan@gmail.com
Yunus Nadir Eraslan: yunusnadir@gmail.com

Bize Yazın

Çok Okunanlar

  • All Post
  • Adem Ağacı
  • Alıntı
  • Anlatı
  • Ara-lık
  • Beyaz haber
  • Buhara'dan Gelen Adam
  • Çay Molası
  • Çevgan
  • Çeviri şiir
  • Çocuk
  • Çöl Vaazları
  • Değini
  • Deneme
  • Dergi
  • Eleştiri
  • Gezi-Anı
  • Göz-lük
  • Günlük
  • Haber
  • Haiku
  • Hayatı Hakikiyye Sahneleri
  • Kitap
  • Kısa Kısa Söyleşi
  • Kusurlu Yazılar
  • Mavi Kalem
  • Mürekkep Lekesi
  • Öykü
  • Öykü Mahzeni
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Söz Misali
  • Üryan Soruşturma
  • Üryan Söylenişler
  • Yazıyorum Öyleyse Varım
Edit Template

Hans Holbein’in Gizemli Tablosu “Büyükelçiler” Hakkında Öznel Bir Bakış

1533 MEŞE ÜZERİNE YAĞLIBOYA207 X 209,5 CM – NATIONAL GALLERY, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK

Hans Holbein birçok tablosunda asilzadeleri çizerken ve dönemin giysilerini de aralara serpiştirmiştir. Sanatçının tablolarında kırmızı rengin çeşitli tonlarını görmekteyiz. Orta ve alt sınıfı değil, daha çok üst sınıfı tercih etmesinin belki de en önemli nedeni resimlerinde kullanacağı malzemenin bolluğu olabilir. Söz gelimi kenarları süslü kürkler, Anadolu desenli çeşitli motiflerle süslenmiş irili ufaklı halılar, günümüz akademisyenlerini anımsatan geniş kolluklarıyla cübbeler…

Anadolu temalı halıların desenleri, renkleri, iplikleri 14. Yüzyıldan itibaren Avrupalı ressamların ilgisini çekmiştir. Özellikle Uşak yöresinde yapılan halılar yabancı tüccarlar aracılığıyla satın alınmaktaydı. Bu tür kaliteli halıların Avrupa’ya gitmesiyle birlikte asillerin ve ressamların dikkatini çekmiştir. Söz konusu halıların asillerin evlerinde, konaklarında hatta saraylarda bile kullanıldığı bilinmektedir. Avrupa’da o dönemde böylesine güzel bir el işçiliği yoktu. İplik boyama ve örme işlemi ile elde edilen halılar sıradan insanların alamayacağı bir pahalılıktaydı. Günlük yaşamın içine girmesiyle birlikte Anadolu halıları böylelikle cazibe merkezi olmuştur.

Hans Holbein’in birçok resimlerinde yer alan halıların Bergama, Uşak hatta bazılarının Türkmen ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. O dönemlerde bu halıların el tezgâhlarında bin bir emekle yapılmış olması önemlidir. Bu halıların bazılarında geometrik biçimler bulunmaktadır. Bazılarında ise baklava ve sekizgen köşeleri desenler vardır. O dönemde birçok kilisede bu halıların kullanıldığı bilinmektedir.

Dört tip Holbein Halısı vardır. 1.) Küçük örnekli Holbein Halıları, 2.) Lotto Halıları 3.) Büyük Örnekli Holbein Halıları 4.) Holbein, Memlinng ve Crivelli Resimlerine Bağlanan Batı Anadolu Halıları

Holbein bunlardan sadece iki tipi (Küçük örnekli ve büyük örnekli Holbein Halı Tiplerini) resmetmiş, bir tipini ise (Loto Halıları grubu) hiç resmetmemiştir. Holbein halıları adı ile tanınan grubun ilk iki tipi, Uşak halılarına menşe olarak kabul edilir. Hans Holbein 1536’da kral VIII. Henry’nin korumasına girdi ve bir veba salgınında ölene dek saray ve çevresindeki soylular için çalıştı.” (OKAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİNEMA & TELEVİZYON ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS ÇALIŞMASI- HANS HOLBEIN- Hazırlayan- ÖZGE SILA BULUT- Danışman Öğr. Gör. BURÇAK EVREN İstanbul,2018)

Hans Holbein’in Yaşamı

Sanatçının doğum tarihi üzerine tartışmalar vardır. Bu konuda güvenilir kaynaklar onun doğum tarihini 1497 ya da 1498 olarak saptamışlardır. Augsburg’da doğan sanatçının babası da tanınmış bir ressamdır. İlk gençliğinde babasından resim konusunda dersler almıştır. Resim konusunda yetenekli olduğu anlaşılan bu genç sanatçı bir süre sonra Basel’e yerleşir. Burada tanınmış sanatçılarla hemen sağlam dostluklar kurmaya başlar. Onun sanat yeteneğinin ortaya çıkmasıyla birlikte kendisine sürekli teklifler gelir. Erasmus’un yazdığı ünlü “Deliliğe Özgü” kitabının kenar süslemelerini çizmiştir. Ayrıca o dönemdeki belediye başkanının ve karısının portrelerini de yapmıştır. İtalyan Rönesans’ından da epeyce etkilenmiştir. 1521-1522 yıllarında yaptığı “Ölü İsa” adlı eseri çok beğenilmiştir. 1523 yılında da Erasmus’un üç farklı portresini yapmıştır. Bir süre gelen teklifleri değerlendirir.

Matbaanın bulunmasıyla birlikte gelen iş teklifleri azaldığında İngiltere’ye gider. Erasmus’un önermesiyle Thomas More’un ailesini de resimler. İngiltere’de birçok ünlü sanatçıyla ve asillerle ilişki kurar. Kendisi sosyal ilişkilerde her zaman aktif biri olmuştur. Sonunda 1528 yılında Basel’e geri döner. Basel’de yaşadığı 1528-1541 yılları arasında yaptığı resimlerde dönemin giysilerini ve bazı (teknik gereçleri) kullanım malzemelerinin arasında Anadolu desenli halıları da koymuştur. Sanatçının bu tür halılara karşı büyük bir sempatisi vardır. Ancak gençlik dönemlerinde fevri davranışları olmuştur. Bunlardan bazılarında kavgalara karışmıştır. Olgunluk yaşına geldiğinde kendinden büyük olduğu iddia edilen Elsbeth Binzentock ile evlenmiş ve dört çocuğu olmuştur. Ayrıca bazı kadınlarla ilişkiler kurmuştur. Onlardan da iki gayrimeşru çocuğu vardır.

Hans Holbein 1543 yılında ve henüz 45 yaşında vebadan ölmüştür. Sanatçının ölümü hakkında çeşitli spekülasyonlar vardır. Üstelik halen mezarının nerede olduğu belli değildir.

Genel Bir Tanım  

Sanatçının 1533 yılında yaptığı “Büyükelçiler” adlı tablosu çok ünlüdür ve bu tablo üzerine sayısız yazılar yazılmıştır. Bu çifte portrede iki ünlü erkek görülmektedir. Resmin solunda Fransa’nın İngiltere Büyükelçisi Jean de Dinteville vardır. Resmin sağında ise arkadaşı Georges de Selve’dir. Selve için bir zamanlar Lavaur’un (Fransa) piskoposu olduğu söylenmektedir. Kendisi hem Venedik Cumhuriyeti hem de Vatikan’ın büyükelçisi olarak bir süreliğine görev yapmıştır. Bu iki kişinin yaşları için sanat tarihçileri şunu söylemektedir. Aşağıdaki resimde, Jean Dinteville’in hançerinde ve Selve’nin dayandığı kitapta 29 ve 25 sayıları ortaya çıkıyor.

Bu bir rastlantı mı yoksa gerçekten bu sayılar ile iki kişinin yaşları birbirini tutuyor mu net olarak bilinemiyor. Ancak ressamın yaratıcılığını da unutmamak gerekiyor. Hans Holbein bu tablosunda fotoğrafik bir özellik yansıtmıştır. İki kişinin poz veren bir görüntüsü söz konusudur. İkisi de ayaktadır ve ressama doğru bakmaktadır. Yüzlerinde durgun ve ciddi ifade ise meslekleri gereğidir. Onların bu duruşları iki eski dostun bir karşılaşma sonucunda biraz dinlenmek ve sohbet etmek için mola vermelerine benzemektedir. İkisinin de ağızları kapalıdır. Sağdaki Selve’nin cübbesini kapatarak durması onun bir din adamı olduğunu imliyor. Solda duran Jean de Dinteville ise üzerinde kaliteli bir kadifeden yapılmış, kenarları kürklü Schaube’si (dönemin Almanya’sında moda olan bir giysi) ve yine kaliteli saten kıyafetiyle görülmektedir. Bu görüntüsüyle kendisinin varsıl ve başarılı bir aristokrat görüntüsü verilmeye çalışılmıştır.

1500’lü yıllarda özellikle Almanların giysileri genellikle parlak ve göz alıcı renklerden oluşuyordu. Ancak bir süre sonra İspanyol modasının getirdiği bedeni saran günümüzün tayt örneğinde olduğu gibi dar giysiler tercih edildi. Söz gelimi balon pantolon diye tanımlanan geniş, pamuk ve at kılından yapılan giysiler öne çıktı. Söz edilen bu giysiler asiller, saray görevlileri ve varsıllar arasında revaçta idi. Yoksullar ve çiftçiler, dilenciler yine eski, yırtık pırtık, yamalı, gösterişsiz kumaşlardan yapılan giysiler giymekteydi. Giyimin pahalılığı ve dönemin modasına uygun olması bir tür statüydü ve varsıllar buna uymaktaydı.

Simetri

Simetri, ilki belirsiz bir mükemmellik veya güzelliği yansıtan bir muntazamlık veya estetik olarak hoşa giden bir orantılılık ve denge duygusu olarak; ikincisi kesin ve iyi tanımlanmış biçemsel sistemin kurallarına (geometri, fizik vb.) göre gösterilebilen veya ispat edilebilen bir denge ve orantılılık kavramı veya “kendine benzeşme örneği”‘ olarak iki şekilde tanımlanır. Sıkışma mükemmelliğine ve tabii düzenine izafe eden biçim tanımlı geometrik ölçüsüne denir.

Resmin sağ ve sol tarafı ikiye bölündüğünde, resmin nesnesi olan iki erkeğin duruşları hem bir diğeriyle hem de kendi özerk bölgesinde bir başkalaşım yaratır. Ben tek başınayım ama öteki yanımda benim gibi biri daha var, demektedir. Resim ikiye bölündüğünde her bir figür kendi özerk alanında farklı bir çağrışım yapmaktadır. Bir kâğıdı tam ortadan ikiye katladığınızda aradaki tüm figürler, nesneler ve renkler özerk alanlarını yitirmiş olur. Japonlara (Oru, katlama – Gami, kâğıt) özgü bir kâğıt kaplama sanatı olan origami tekniğinde tek bir kâğıttan farklı biçimler üretilir. Şimdi bu teknikten yararlanarak Büyükelçiler resmini yorumlayacağız.

Her iki erkek -önceden düşünülmüş olabilir- boyları, fizik yapıları ve giyinişleri birbirine çok benzemektedir. Ayrıca aynı masaya birer -sağ ve sol- ellerini dayamışlardır. Onların bu kendine güvenen ve egosu yüksek görünümleri tipik bir erkek görüntüsüdür. Simetriyi düşünürken bunları da hesaba katmalıyız.

Jean De Dinteville aşağıya doğru sarkıttığı sağ elinde gösterişli bir hançer tutmaktadır. Georges de Selve ise masaya dayadığı sağ elinde bir çift eldiven tutmaktadır.

Tüm bunlar simetrik ölçümlere uygundur. Ressamın bunları işlemesi sadece simetri açısından değil, iki önemli kişiyi eşit koşullarda resmetme arzusundan kaynaklanmıştır.

Tabloyu şimdi ortadan ikiye bölelim. Aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi, öyle bir ayırım olduğunda resmin öznesi olan iki asil erkek görünümü neredeyse kaybolur. İkisinin üst tarafta bedenlerinin yukarısı varken,  alt tarafta ise sadece belden aşağısı görülür. Böylelikle iki figür resim içinde bir değişim gösterir hatta biraz da anlamsızlaşır.

 

Üzerinde  kırmızı rengin hakim olduğu bir masa görüyoruz. Masanın üstündekilerle altındakiler arasında hem teknik hem de içerik açısından büyük farklar vardır. Masanın üzerinde (bunu gökyüzü olarak da düşünebiliriz) gökyüzünü araştırmaya yönelik ve bilimi çağrıştıran bazı gereçler vardır. Bunlar arasında kıyıda bir gök küresi, taşınması kolay bir güneş saati ve zamanı ölçmek amacıyla (belki de gök cisimlerini incelemeye yönelik…) daha başka gereçler görüyoruz. Masanın üstü tamamen bilim ve teknolojiye ayrılmış. Sanatçı böylelikle bilimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Altta ise sayfaları açık olarak resmedilen kitap Martin Luter’e aittir. Ayrıca kitabın öyle bir sayfası açık bırakılmıştır ki, izleyen/okuyan üzerinde derin bir “iz” bırakır. O sayfada “Gel kutsal hayalet, ruhlarımıçı uyandır” (başka çevirileri biraz daha farklı olabilir…) yazmaktadır. Martin Luter’in yarattığı matbaa sayesinde İncil birçok yabancı dile (Latince’nin haricinde) çevrildi ve herkes tarafından kolaylıkla okundu. Bu da kilisenin ve Vatikanın gücünü aşağıya çekti. Sanatçı bu ilerici düşünceyi de destekleyen bir biçimde açık sayfadaki o tümceyi kullanmış. Ayrıca kitabın matbu olması da matbaanın ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Bazı sanat tarihçileri arkadaki yeşil renkli perdenin görülmesi zor kıvrımlarında bir çarmıh izi olduğunu söyler. Bu önemlidir çünkü çarmıh Hıristiyanlık’ta ölümden sonraki yaşamı simgeler. Ancak daha sonra göreceğimiz gibi resmin tam ortasında ve aşağıda duran biçimsiz ve beyaz renkli şey ise bir kafatasıdır. Bilindiği gibi kafatası ölümü temsil eder. O halde, çarmıh ile kafatasının aynı resimde çizilmesi nedendir? Sanatçı belli ki bir düşünsel çatışkı yaratmak istemiştir.  Ayrıca çarmıh bir tinsel yükselişse, alttaki kafatası alt yaşamı yani mezarı/ölümü tanımlıyorsa bu nasıl açıklanabilir? Şöyle de düşünebiliriz.

ÇARMIH= Tinsel Yükseliş

        KAFATASI=Tinsel iniş ve ebedi yok oluş

Bu bilgilerin devamında şunları da paylaşalım. Masanın üst bölümünde zamanı ölçmek için kullanılan bir elikti, bir torquetum 1, bir aritmetik kitabı ve bir teali kopmuş bir lavta vardır.

Sanatçının bazı sıra dışı gizli düşünceleri de vardır. Söz gelimi Küre, dini reformların güçlü olması nedeniyle dünyayı tamamen değiştirdiklerini simgelercesine baş aşağı duruyor. Lavtanın(telli çalgı) tellerinden biri kopmuş ve setin içinden bir flüt eksik. Her ikisi de Hıristiyanlık üzerine olan düşünce farklılıkları imliyor. Bir de Hıristiyanlığın topluma yaptığı bakışı simgeliyor. Son olarak şunu da imleyelim. Güneş saatinin üzerinde 11 Nisan görülüyor. Bu tarih, 1533 paskalya yortusundan önceki cumaya denk geliyor. Hemen belirtelim ki bu tarih Hıristiyan takvimine göre Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği gündür. En azından Hıristiyanlar öyle kabul ediyor. Ayrıca güneş saati de Hz. İsya’yı temsil ediyor. Tüm bunlarla birlikte Jean De Dinteville aşağıya doğru sarkıttığı sağ elinde gösterişli hançer çatışkıyı ve aktiviteyi yansıtmaktadır. Georges de Selve bir eliyle tuttuğu eldiven ile günahlardan kaçınmalı, kirliye ve harama el uzatılmamalı gibi durmaktadır. Her iki düşünce yansıması da birbiriyle bir çatışkı içindedir ve resme bakan bunu kendi kültür düzeyine göre değerlendirecektir.  Peki, başka neler vardır?

  Contrapposto Nedir?  

Sanat tarihinde özel bir görüntüyü temsil eden bir Contrapposto sözcüğü İtalyancadan gelmiştir. Görsel sanatlarda, ayakta duran bir figürün duruşunu anlatmak/yansıtmak için kullanılmaktadır. Bu tür bir duruş sergileyen figür, tüm ağırlığını tek bir bacak üzerine vermektedir. Öte yandan, figürün boşta kalan bacağı da doğal olarak gevşek bir duruş sergilemektedir. Bu bacağın kas yapısı daha farklıdır. Heykelin bu tür bir duruşu daha doğal ve gerçekçi bir görüntü yansıtmaktadır. İzleyen açısından da bu doğallık etkileyici olmaktadır.

Bu bilgiyi paylaşmamızın bir gerekçesini anlatalım. Hans Holbein’in yakın arkadaşı olan Alman matematikçi ve astronom Nicholas Kratzer’in bir düşüncesini/önerisini yaptığı resme almış olmalıdır. Sanat tarihçileri böyle bir bilgi vermektedir.

Resmin altında biçimsiz bir görüntü olduğunu söylemiştik. İlk başta resme bakan, bunun ne anlama geldiğini bilemez. Olasılıkla bu biçimsizliği ressamın kazara yaptığını düşünebilir. Belki de zaman içinde boyaların akmasına bağlayabilir. Bunun ne olduğu hemen anlaşılamaz. Altta da görüldüğü gibi söz konusu biçimsiz şey bir kuru kafadır aslında. Bu kafatasını daha iyi görebilmek için kendi bakış açınızı değiştirdiğinde ise resim iyice bulanıklaşır. Bu değişim ya da başkalaşım tamamen anaformik bir illüzyon olmasıdır.

Sanat tarihinde bazı resimlerde anaformik görüntüler çok sık olmasa da her zaman vardır. İzleyeni yanıltmaya yönelik bir özel tekniktir diyebiliriz. Sanatçı, bir görüntüyü biçim olarak bozar, matematik ve geometrik hesaplamalar yaparak eserinin içine yerleştirilir. Söz konusu anaformoz sanatını anlayabilmek için esere belli bir açıdan ya da dolaylı olarak bir ayna yardımı ile bakıldığında işin gerçeği görülecektir.

Bazı sanat tarihçileri resimdeki bu anlamsız imgeyi 24 derecelik bir açı ile eğik ve dik olarak uzatıldığından görüntü bozulduğunu iddia ederler. Aslında bu şeyin hemen üzerinde yer alan ud ile kafatasının bozulma açıları aynıdır. Sanatçıların bu deneysel özelliği yapmalarının birden çok gerekçeleri vardır. Bazıları ironik bir tema yaratmak, izleyenin kafasını karıştırmak ve resme odaklanmasını sağlamak, bazıları da resmin felsefi ve teolojik açıdan daha bütünsel olmasına yönelmiştir.

   Sonuç:

Hans Holbein bu resminde sadece yüksek sanat bilgisini ve yeteneğini değil, bazı dönem bilgilerini de aralara serpiştirmiştir. Bilim ve sanatı iç içe olarak yorumlamıştır. Her ne kadar erkeksi bir (hançer, eski bir piskopos, bir büyükelçi, iki erkeğin duruşları…) çifte porte olarak yorumlansa da, birçok sanatçı kendi döneminden etkilenmiştir. Buna Hans Holbein de dahildir.

  Rönesans sayesinde sanat tarihi kendi olağan akışkanlığından bir anda sıyrılmış ve daha farklı eserler üretilmeye başlanmıştır. Yedi özgür sanat diye bilenen gramer, mantık, retorik, aritmetik, geometri, müzik, astrolojiin tam ortasında ise felsefe vardır.

Rönesans dönemiyle birlikte bu sanat dalları hem kendi içlerinde hemde birbirleriyle ilişkili olarak çağdaş eserler üretilmiştir. Sözü yorumladığımız resme getirelim. Resimde bu yedi sanatın birer örneğini görüyoruz. Her iki erkek de hem eğitim hem de çalıştığı kurum açısından önemlidir. Üstelik ikisinin de hem bilim hem de ruhani olarak özellikleri vardır. Demek ki resimdeki ikili sanki Descartes’in düalizim felsefesini yansıtyor gibidir. Bilim ve ruhaniyet ikilisi birbirinden ayrılmalıdır ama tamaman değil! Her ikisi de insan için gereklidir. Sadece kendi bakış açılarına göre değerlendirilmelidirler.

Resmin en solunda yer alan bir yer küre vardır. Kürenin resme bakana yönelik yüzünde Fransa’nın Polisy bölgesini göstermektedir. Sadece bu da değil; Avrupa’dan ilk kez Europa olarak söz edilmektedir. Günümüzden çok önce Avrupa’nın bir bütün olması gerektiği düşyüncesini bu sanatsal resimde görüyoruz. Savaşlardan, gericilikten, hastalıklardan, kavgalardan kaçanıbalmek için bilim ve maneviyatın yan yana kabul edilmesi gerektiği resmedilmiştir. Bunun için de güçlü bir eğitim gereklidir.

Rönesans döneminde varsıl ailelerin çocukları ekonomik gelirleri nedeniyle iyi bir eğitim alıyordu. Resimdeki ikili de bunu tanımlıyor. İki figürün kişiliğinde Rönesans döneminin birçok ayrıntısını gözlemleyebiliyoruz.

1 – Zat el-şu’beteyn nedir? Zat-üş-şu’beteyn nedir? Türk rasat aleti nedir? Torquetum ne demektir?

Zat el-şu’beteyn (Zat-üş-şu’beteyn); İngilizceye Torquetum ve Turquetum olarak geçen Türk rasat aleti olarak bilinen astronomik hesaplamalar için kullanılan üç cetvelli araçtır. Biri ufka dikeydir; diğeri ise bunun tepesine bir eksenle bitiştirilmiştir. Üçüncüsü kirişlere bölünmüştür ve birincinin alt kısmına bir eksenle bağlanmıştır. Genellikle Ay’ın parlaklığını ölçmeye yarayan bu alete 16. yüzyıla kadar inşa edilmiş çoğu gözlemevinde rastlanmaktadır.

Aletin ilk tasvirini ise Batlamyus yapmaktadır. Batlamyus bu alete “Ufkun Kutuplarından Gecen ve Büyük Daire Üzerinde Gözlem Yapan ve Paralaks Bulmaya Yarayan Alet” adını verir. Türk bilim tarihi profesörü Prof. Dr. Sevim Tekeli bir makalesinde Turquetum adlı alet hakkında şu bilgilere yer verir:

“Alet bir yarım ufuk, bir yarım ekvator, bir yarım eğim halkacığı ile bir çeyrek meridyen halkasından ibarettir. Ufuk ile ekvator o şekilde menteşe ile birleştirilir ki ekvator halkası istenilen herhangi bir yüksekliğe kadar kaldırılabilir. Bir idadenin ucuna bağlı olan eğim halkacığı ekvator halka­ sının merkezine tesbit edilmiş olup orada hareket eder. Hedefe ödevini gören bu küçük daire gözlemlerin daha kolaylıkla yapılması için bazen çapı boyunca yarılır. Ekvator halkasının muayyen bir enleme göre tespit edilmemiş olması değişik enlemlerde kullanılma imkânını sağlamaktan başka çeşitli meselelerin çözümlerinde de kullanılmasını mümkün kılar. Ekvator halkası ufuk halkasının üzerine intibak ettirildiği takdirde bir yarım ufuk halkası ile ona dik düzlemde hareket eden bir yarım halka durumuna gelir ve

Kaynakça: Arkeolojik Haber Sitesi

21 Şubat 2019

Yazıyı Paylaş:

Tufan Erbarıştıran

Yazar

Dergibi editörü.

İbrahim | 24 Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer.

Öykü Mahzeni

  • All Posts
  • Öykü Mahzeni
Boşluğa Karşı

5 Ekim 2023/

Felç olunca çekildiği Koşuyolu’ndaki evinde curcuna usulünde segâh şarkısını bestelerken Sadettin Kaynak, bir gece düşünde Karacaoğlan’ı gördü. “Üstad” dedi, ‘incecikten…

Üryan Söylenişler

  • All Posts
  • Üryan Söylenişler
İki. Ağyar Gider Yâr Kalır

3 Mayıs 2021/

“Aldı benüm gönlümi n’oldugum bilimezem Yavı kıldum ben beni isteyüp bulımazam” Yunus Emre Bahar yitikçiler çarşısıdır. Baharda öten her bülbül,…

Röportaj

  • All Posts
  • Röportaj

Kusurlu Yazılar

  • All Posts
  • Kusurlu Yazılar
Hasan Yılmaz

18 Ekim 2017/

Dün şair Hasan Yılmaz‘la beraberdim. Uzun süredir görüşme planları yapıyorduk ve bir türlü bir araya gelemiyorduk. En sonunda “artık emekli…

Edit Template