Dağ Çiçekleri, 3 Haziran 2017 Cumartesi, Şile
“Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum.” İlhan berk
Dün dağ çiçekleri arasında dolaştım. Otlar tazeydiler, çiçekler terütaze. Bir kuş hafiften şakıya şakıya aralarında geziniyordu. Öyle sevinçliydiler ki otlar ve çiçekler, sanki hiç canları sıkılmıyordu. Her biri adıyla var, her birinin adı var. Bahardan beri bende ne çok çiçek birikti. Bir rüya gibi adları: Ağlayan gelin-ters lale, akşamsefası, altın çanı, aslanağzı, ateş dikeni, bahar dalı, ballıbabalar, beyaz ballıbabalar, biberiyeler, çatal süsenler, çançiçeği, çoban çantası, dağlalesi, defne çiçeği, dikenli taç, ebegümeci, erguvan, hanımeli, gazelboynuzu, gelincikler, güller, yaban gülü, kalanşo çiçeği, kapariler, keçiboğan çiçeği, keçisedefi, karahindiba, kartopu, kırmızı yonca çiçeği, katırtırnağı, küçük çiçekli ılgın, laleler, beyaz çiçekli ladenler, pembe çiçekli ladenler, kekikler, kelebek çalısı, manolya, mavi dağ zambağı, zambak, mavi kantaron, sarı kantaron, sarı çiçekli koyunkıran, mimoza, morsalkımlar, mustafaçiçeği, nergis, orkideler, ortancalar, sarı çalı papatyası, sümbüller, dağ sümbülü, orman sümbülü, tekesakalı, turnagagası, unutmabeni çiçeği, yaseminler, yoğurt çiçeği, zakkum çiçeği, zeytin çiçeği ve daha nicesi toprağın göğsünde mayalanmış. Dağ havası karışmıştı renklerine, seslerine. Hiç gürültü yok. Kimi lahuti ses halinde kimi sükunetten yana. Selamlaştım, konuştum onlarla. Her birindeki tecelliyi yahut tezahürü anlamaya çalıştım. Sadece rüzgara, güneşe, havaya, suya mı söyleyecekleri var. Tabii ki hayır! Konuşmasını bilen her varlığa, özellikle de insana. Benim muradım buydu, göreceğimi gördüm. Ama hiçbirine dokunamadım mahcubiyetten. Sadece seyrettim, uzaktan sevdim ve fotoğrafladım.
Şunu belirtmeden olmaz: Ben bir fotoğrafçı değilim. İşin felsefesiyle, kadrajıyla hiç alakam yok. Gördüklerimi fotoğraf olarak görmek istemedim. Gördüklerimle nasıl hemhal olurum ona baktım ben. Sonrası yol alır, seyr olursun. Allah kimseyi çocukluğundan uzaklaştırmasın, çiçeksiz ve kitapsız koymasın. Gerisi hikaye.
***
Şile’de, #dvtfl’de belki de son nöbetimdi, il içi tayin istedim. Yeni görev yerim salı günü belli olacak. Hayırlısıyla.
Kurşunun Değdiği, 4 Haziran 2017 Sancaktepe
Oruç’un sekizi bitti dokuzuncusuna evriliyoruz. Bu mübarek Ramazan akşamı durup dururken al sana bir günlük teması. Öykücü Ahmet Büke, “kurşun değmek, kurşunun değmesi, domdom değdi”nin anlamıyla ilgili “Bazı kelimeler bazı durumları anlatmak için büyülü anlamlar taşıyor. Biraz deşince insan sarsılıyor.” açıklamasından hemen sonra, o meşhur türkünün ilk dörtlüğü ile açıklamaya devam etmiş. Hani büyük usta Aşık Mahzuni Şerif’ten yahut biraz sulandırılmış haliyle İbrahim Tatlıses’ten dinlediğimiz: Dom Dom Kurşunu.
“Kaşların arasından
Domdom kurşunu değdi
Bir avcı vurdu beni
Bin avcı beni yedi.”
Yanlış bilmiyorsam sözleri de Aşık Mahzuni Şerif’e ait.
Devamında “Kurşun için “değdi” demişler mesela. değmek ulaşmak, erişmek, yetişmek anlamlarını taşıyor. Peki, neden kurşun için bu kelimeyi kullanmışlar acaba? Kurşunla vurulmak gibi acı verici bir hali görece olumlu anlamlar taşıyan bir kelime ile tarif etmişler.”
Öyle ya, kurşun için neden “değmek” kelimesini kulanmışlar? Açıklama bitti mi? Bitmedi. Çünkü değmek, nazik dokunuştan başkaca bir şey.
“Ama yetmez tabii. Değmek fiilinin kökü olan değ/teg’in bir anlamı daha var: Saldırmak, hücum etmek, vurmak için de bu kelimeyi kullanmışlar.” Dedikten sonra Orhan Abideleri’nden örnek veriyor:
“Kültegin azman akıg binip oplayu tegdi” (Kültegin Azman Beyaz atına binerek hücum etti)
Ve son bir soruyla bitiriyor açıklamasını: “Kurşun kaşlarının arasına varıyor ama nasıl işte?”
Ahmet Büke’nin paylaşımını okuyunca bir alakası var mı, bilmiyorum, İsmet Özel’in “otların sarardığı yerlerde güneş / kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.” dizeleri aklıma geldi. Ve Ahmet Büke’yle paylaştım. Cevabı: “Tabii önce ok değiyordu tene, mertlik bozulunca kurşun değmeye başladı” oldu.
Zihnimi biraz daha kurcalayınca ben de “Bir Şey Var Sende” şiirimdeki:
Ama yine de sende olan
O şeyi duyarsın
O sıcaklığı
Kurşunun değdiği gibi bir şey
Başını yastığa koymadan onu duyarsın
Sesindeki o şeyi!
Ruhun mızrakla oyulmuş gibi gezersin.
dizelerini hatırladım.
Oylumlu olmasa da bir anlık kelimelerin etimolojisiyle, semantiğiyle uğraşmak bile hakikaten zevk veriyor insana, yüz yılları yaşanılan ana yaklaştırıyor.