Türkiye Yazarlar Birliğinin kuruluşunun 40. Yılı münasebetiyle Necip Tosun moderatörlüğünde düzenlenen “Kırklar Meclisi” programının altıncı konuğu şair Hüseyin Atlansoy idi. Programdan günler öncesinden haberdar olduğum için 14 Nisan’ı iple çekiyordum adeta. Ankara’nın soğuk betonuna, asık bürokrat yüzüne bir şair sesi değecekti. Bir gün öncesinde Miraç Kandili münasebetiyle usta şair Erdal Çakır ve Hüseyin Pala ağabeyle buluşmuş hasbihal ediyorduk. Bu iki değerli insanı dinlemekten duyduğum zevki tarif edemem. Hüseyin ağabey felsefeci kimliğiyle tanınsa da o hep sanatın odağındadır; sinema ve edebiyatta ciddi bir müktesebata sahiptir. Doğallıkla bu iki değerli insanın sohbetinden istifade etmek benim için bir ayrıcalıktır. Bitimsiz bir sohbete dalmıştık yine, Hüseyin ağabeyin meselenin özüne ilişkin soruları Erdal ağabeyin Kur’an temelli kadim öğretilere uzanan açıklamalarını keyifle dinliyordum. Ayrılırken kadim dostu Hüseyin Atlansoy’u sordum Erdal ağabeye. Yarın misafirim, dedi. Ayaküstü bir karşılama planı yaptık. Yine üçümüz Şair Hüseyin Atlansoy’u garda karşılayıp programa birlikte gidecektik. Ertesi gün buluşmak üzere vedalaştık.
Cumartesi günü sözleştiğimiz gibi Erdal ağabeyde buluşup Hüseyin Atlansoy’u almak için yola koyulduk. Yolda Erdal ağabeyin telefonu çaldı. Arayan Hüseyin Atlansoy’muş; trenden inmiş, çay içiyormuş. Erdal abi: “Beş dakikaya kalmaz ordayız, çıkış kapısında bekliyor olacağız.” dedi. Yüzünde sahici bir gülümsemeyle geliverdi Hüseyin Atlansoy. İki güzel insan iki Hüseyin arasında bir dilek dileseydim keşke.
Yazarlar Birliğine giderken öykücü Emin Gürdamur’un Atları Uçuruma Sürmek adlı kitabını sordu bana. Öykü dünyasının iyi bir yazar kazandığı konusunda hemfikirdik. Emin Gürdamur’un öyküsünü şiirsel bir söyleyişe yasladığını, öykülerin içinin dolu olduğunu, derdi olan bir yazar olduğunu söyledi. Tevafuk bu ya Yazarlar Birliğinde Hüseyin Atlansoy’u karşılayanlardan biri de Emin Gürdamur’du. Öykücü yazar Ali Necip Erdoğan, Merve Koçak Kurt da oradaydı. İçimden bir şairi ancak bir öykücü anlar, diye geçirdim. Necip Tosun her zamanki sıcaklığı ve samimiyetiyle sanki kadim dostu Hüseyin Atlansoy’dan daha dün ayrılmış gibi sohbete koyuldu. Ankara’da edebiyat etkinliklerinin müdavimlerinden biri de şair Mehmet Aycı’dır. Hele bir de konu şiirse ve konuk da dostu Hüseyin Atlansoy’sa Aycı iki eli kanda da olsa gelir. Öyle de oldu; uyku mahmuru gözlerle girdi yönetim odasına.
Hüseyin Atlansoy ilk bakışta konuşmaya istekli görünmeyen bir şair. Başlangıçta şairin bu huyundan ötürü Necip Tosun’da da bir endişe sezmiştim. Katılımcıların çoğunluğunun tanıdık olması atmosferi ziyadesiyle yumuşattı. Necip Tosun’un konuğunun hikayesine vakıf olması da ortamı yumuşatan etkenlerden biriydi elbette. Sohbet iki maharetli ustanın sesiyle ilmek ilmek dokundu adeta. Necip Tosun içtenlikli ve hikayesi olan sorularla söyleşiyi soru cevap üslubundan uzaklaştırarak sohbet kıvamına getirmeyi başardı. Bizler de doyumsuz bir sohbeti dinleme zevkine eriştik.
Programdan sonra Mehmet Aycı ve Necip Tosun’un ikramlarıyla akşamın geç saatlerine değin dost meclisi farklı mekânlarda devam etti. Bu meclisler aynı zamanda uzun süre görüşmeyen dostların buluşmasına; uzaktan tanışan kişilerin birbirleriyle yakınlık kurmasına vesile olur. Benim için de öyle oldu. Ebubekir Kurban’ı sene 2010’da bir İsmet Özel konferansında tanımış ve daha sonra kendisiyle bir türlü görüşme fırsatı bulamamıştım. Değerli şair, öykücü, deneme yazarı aynı zamanda dergibi’nin köşe yazarlarından Erdal Noyan’la da uzun süredir görüşemiyorduk. Selçuk Azmanoğlu da çok özlediğim dostlarım arasındaydı. Ali Karaçalı ağabey yoğunluğuna rağmen uğramayı ihmal etmeyenlerdendi. Yazarlar Birliği ve Necip ağabey böyle bir hayra da vesile olmuştu.
Dünya ölümlü gün akşamlıdır. Yaşanan her güzel gün bir an gibi bitiverir; geride doyumsuz anlar bırakarak vedalaştık.
Erdal Çakır ağabeyin hanesinde gece geç vakitlere değin sohbet devam etti. Ali Sali ağabeyin üç sene önce kaybettiği Fatma Begüm’e duyduğu hasret gözümüzü ıslatırken acıya kesmiş bir babanın kalbini ancak bir şiir teskin edebilirdi. Öyle de oldu. Çay ve şiir demini bulmuştu. Hüseyin Atlansoy kendi sesinden “Musalla Taşında açan Gül” şiiriyle geceyi selamlarken Ali Sali Re Mektupları kitabından bir şiirle ve yakında kitaplaşacak olan Fatma Begüm’ün Saba Defterinden “Sebeb-i Telif” adlı şiiriyle geceye seslendi.