Bindokuzyüzyetmişekiz yılının ondokuz aralık Salı günü, Maraş’ta Çiçek Sineması’nda, bir filmin gösterimi sırasında saat yirmibirde tahrip gücü pek yüksek olmayan bir bomba patladı. Ertesi gün kentin birçok mahallesinde çatışmalar başladı. Yirmi Aralık Çarşamba günü, Gaffarlı köyünden kalp ilaçlarını yazdırmak için şehre gelen Duran Emmi, Yörükselim mahallesindeki yeğenini ziyarete gitmişti. Kıraathaneye atılan el fenerinden yapılma bomba tam da bu sıra patlamış, arbedede ne olduğunu anlamadan kalabalığa karışan yaşlı adam kendini bir anda polis aracında onlarca kişinin arasında bulmuş, götürüldüğü nezarethaneden, hakimin tutuklama kararı vermesiyle birlikte soluğu cezaevinde almıştı. Tutuklandıktan üçyüzdoksansekiz gün sonra duruşmaya çıkarıldı. Sekizyüzaltı sanık arasında, oniki sene hapsi istenen Duran Emmi’nin, duruşmanın yapıldığı spor salonunda yüzüne iddianamenin kendisiyle ilgili bölümü okunduktan sonra, askerî hâkimin yanındaki sivil yargıç, “Duran Çalışır, ne diyorsun bu iddialara?” diye seslenince, üçüncü sırada oturan mahkumların arasından ayağında şalvarı, başında kasketi, sırtında mintanı oduğu halde yavaş adımlarla öne doğru geldi, sehpalı mikrofonun arkasında durdu.” Hakim, “şapkanı çıkar!” diye bağırınca çıkarıp elinde tuttu. “Konuş, ne diyorsun?” Yaşlı adam, önce yan taraftaki savcıya ters ters baktı, işaret parmağını sallayarak, “sana sonra gelicim!” dedi, yargıçlara dönerek, ricacı bir sesle, “yav hakim bey sizin eliniz golunuz uzundur, ben o gün köyden ilaçlarımı yazdırmak için Maraş’a gelmiştim. Beni apar topar alıp buraya getirdiler. Köyde avratnan birlikte galıyoh, bi seneden fazladır burdayım. Ne yer ne içer, öldü mü galdı m bilmem, Allah rızası için avratnan beni bi görüştürseniz?” deyince salonda gülüşmeler oldu. Hakim, masaya vurarak, “susun!” diye bağırdı. Sessizlik sağlandı. Sivil yargıç, askerî olana dönerek, kulağına birşeyler söyledi. Ondan da onay alınca, “ona sonra bakarız, sen şimdi savcının iddialarına ne diyosun?” diye sordu. Duran emmi, sol yanda oturan savcıya dönerek, “yav!” diye ünledi, “sen dinini niye yıkıyon! Bunları nerden uyduruyon, niye yalan söylüyon? Dinini yıkma!” Salonda tekrar gülüşmeler, uğultular oldu. Hakim ne diyeceğini bilemedi. Savcı önüne bakıyordu. Duran emmi, aynı cümleleri üzerine basa basa, dişsiz ağzından çıkan peltek bir sesle tekrar etti.

Sonrasında duruşmalara gitti, geldi, aynı şeyleri söyledi, karısıyla ilgili ricasını tekrarladı.

Karısı, Duran emmi tutuklandıktan ondört ay sonra ölmüştü. Onu, ancak ölümünden üç ay sonra öğrenebildi.

Nihayet tahliye kararı çıktı. Kararı tebellüğ etmek üzere mahkumlardan birinin yardımıyla yargıçların odasına gittiler. Sivil hâkim, “hadi gözün aydın, gidiyorsun, hanımına da kavuşacaksın” deyince, Duran Emmi, “avrat öldü hakim bey” dedi, “Allah rızası için beni burdan çıkarmayın. Köroğlu yok, üstte başta bir şey zaten yok. Gedip de ne yapacam köyde, bari burda boğazımızdan sıcak bi çorba geçiyor, nolur beni göndermeyin!” Hakim, “olur mu öyle şey. Gidiyorsun. Ayrıca sevinmelisin, özgürsün artık!” dedi. Duran Emmi, “madem mecbur gidecez, bari bana bi avrat bulun hakim bey, beni everin” dedi, “bu saatten sonra bana kim gelir, siz yardımcı olursanız…” Hakim yine ne diyeceğini bilemedi. Askerî yargıca dönerek, “komutanım, acaba, siz muhtarı çağırıp konuşsanız, sizi dinlerler, Duran beye yardımcı olabilir miyiz?” dedi. Yargıç, tatsız bir şey duymuş gibi dudaklarını büzdü, bakışlarını kaçırdı, “bakarız” dedi. Duran emmi, “hay Allah razı olsun!” diyerek eline sarıldı. Hakim elini kaçırdı, “aman estağfirullah, napıyosun!” diye çıkıştı. Duran emmi, köyüne döndükten dört ay sonra, yalnız yaşadığı kerpiç duvarlı iki göz evinde, bir Çarşamba sabahı öldü. Köy mezarlığında karısının yanına defnedildi.

%d blogcu bunu beğendi: