İnsanın belki de en yakın en kadim yanılgılarından birisi ölümünden bir hayat yaratacağına olan sanısıdır. İğreti yaşamı düzeltmek ve dize getirmenin yolu daha iyi bir yaşamla yine yaşamın karşısına çıkmaktan geçer. Ne yapacaksak başarmak adına illa ki yaşamın orta yerinden fışkırarak gerçekleşecektir bu. Soğumuş bir kül yığınından yangınlar çıkarmaya kalkmak nafile bir uğraştır.
Her şey daha iyi ve daha güzel yaşamak için. Bütün kesici, yaralayıcı ve öldürücü silahlar yaşamı diri tutmak ve onun bekçiliğini yapmak için vardır. Kendisi de müntehir olan Cesare Pavese her ne kadar; “Herkesin intihar etmek için iyi bir nedeni vardır” dese de, şu uçsuz bucaksız gökyüzü şu bizi kendine çeken hayat yaşamak için her zaman geçerli,iyi bir nedendir. Ölmek dolu dolu bir yaşamı arkasında bırakıyorsa ve ilk dakikadan son dakikaya kadar kendi yürüdüğü adımların yaşamsal izini inkara kalkmıyor, daha güzel bir yaşamı kendine gerekçe gösterebiliyorsa güzel ve anlamlıdır.
Aksi takdirde ölümün karşısında trajediden başka türlü bir duruş şeklimiz kalmamaktadır. “Ölmek bir sanattır, her şey gibi/ Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.” diyen Sylvia Plath bir şeyi gözardı ediyor. O da ölümün gelip bizi bulup,üzerimize bir kelebek dokunuşuyla konduğu zaman bir sanat olabileceği, yoksa ölümü biz bulup onun omuzlarına çöreklendiğimizde ortaya yaşamımızı koymadığımızdan sadece hayat adına değil aynı zamanda sanat adına da bir yenilginin doğacağıdır.
William Shakespeare de aynı sorunun peşine takılanlardan: “Öyleyse günah mı / Ölümün gizli evine koşturmak/ O bize gelmeye cür’et etmeden önce” diye soruyor. Oysa ölümün bizden istediği ile bizim ölümden umduğumuz hiç de aynı şeyler değil. İnsan ölümden kendisinde olmayan şeyi isterken, ölüm insanda ne bulursa ardı sıra götürür. W. Shakespear’in sorusuna bir cevap da Arthur Schopenhauer’den: ” İntihar insanın onu yanıt vermeye zorlayarak doğaya sorduğu bir sorudur. Bu öyle beceriksiz bir deneydir ki, soruyu soran ve yanıt bekleyen bilincin kendisi yok edilir.”
İntiharla şehitlik sathi bakış açısıyla baktığımızda bedel ödeme noktasında birbirine yakın eylemlermiş gibi dururlar. Tabi ki bu aldatıcı bir durumdur. İntiharda dünyadaki zorluk ve sıkıntılara karşı mukavemetsizlik, yıkılma ve çözülme kendini gösterir. Müntehir, ölmezden evvel cesedini gözden çıkarmış kişidir. Her yaşını ayrı bir ağaca asar. Oysa şehit, ölümün elinden sonsuz yaşamı samimiyet ve cesaretiyle çekip alan insandır. Hayata bıkmışlık ve yılgınlık değil bilakis, ömrünü ebediyete muttasıl kılma heyecanı vardır.
Sanatçı kişi de yazdığı her şeye nasıl şahitlik edebilme derecesinde bir yaşamdan yola çıkıyorsa ölümünü de hayatına şahit kılacak bir şehadet arzusunu yüreğinde diri tutmalıdır. Aksi halde, intihar sahte şehitlik kisvesini giyerek sanatçının ruhunu işgal edebilir. Aslolan durumdan sıkıntı vermeyen daha güzel bir duruma geçmeyi arzulamakta ve sonucun başlangıçtan her zaman güzel olacağı zannını yaşamaktadır. Varoluşa engel olmayan insanın kendi tasarrufu adına yapabileceği belki de en zavallıca eylem varoluşunun bir yerinde yokluğuna karar vermesidir. Müntehir eğer yokluğun da en az varoluş kadar sancılı bir şey olduğunu bilseydi, hiç varlığına karşı saldırıya geçer miydi dersiniz?..