ÖNSÖZ
Bu çalışmamızda Ressam Ender Dandul’un son dönem resimleri incelenmiştir.
Sanatçının bu resimleri çeşitli bakış açılarıyla ele alınmıştır. Resimleri ayrıntılara bölünerek gizli kalmış tema ortaya çıkartmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla, düşsel ve gerçeklik içeren bölümlerde, resimler, mitoloji, masal ve gelenek kuramları ile yorumlanmıştır.
Anahtar kelimeler: Resim, çizgi, doku, figür, tema, algı, bellek, mitoloji, masal, akrilik.
1. GİRİŞ
Sanat tarihi kendi yapılanması içinde görece kırılmalar yaşasa da, sonuçta çağdaşlaşan toplumların itici bir gücü olmuştur. Bireyin kendi öz varlığını korumak ve geliştirmek adına yapmış olduğu sanatsal değinmeler ve üretimler birbirini izlemiştir. Antik dönemle birlikte duvarlara çeşitli pigmentlerle çizilen av sahneleri, zamanla hiyeroglif ve Sümer yazılarının (Ayrıca Grekçe, Latince, Aramca, İbranice, Süryanice, Akad) ortaya çıkmasıyla sanatsal çalışmalar hız kazanmıştır. Arkaik dönemdeki primitif atalarımızın el becerileri, görece yetenekleri bir süre sonra sanatsal yaratıcılıkla zirveye yükselmiştir. Dillerin ve sanatsal gelişmenin bir doğası olarak toplumlar arasında doğrudan ve dolaylı bir iletişim başlamıştır.
Grek ve Roma dönemlerinde heykel sanatı genellikle frontal duruşlar, büstler ve kabartmalar ile kendini göstermekteydi. İnsan anatomisinin güzelliği estetiksel bir yansıtmayla biraz da abartmayla heykel sanatına dönüştürülmekteydi. Bir zaman sonra semavi dinlerin baskısıyla heykel ve resim sanatlarında belirli bir durgunluk dönemi başladı. Sanatçılar özgün çalışmalar yapmakta zorlandılar. Tanrısal buyrukların ve geleneklerin yaptırımları nedeniyle sanatçılar ya gizlice sanatlarını icra ettiler ya da dönemin ruhuna uygun çalışmalar ürettiler.
Resim sanatının önemli bir dönüm noktası otoğrafın bulunması olmuştur. Ressamlar bundan böyle kapalı yerlerde çalışmak yerine doğada açık alanlarda resim yapmaya başladılar. Ayrıca sadece sipariş edilen asillerin, kralların, rahiplerin portrelerini değil, kendi düşlerini ve fantezilerini tetikleyen konulara yöneldiler. Bunda Freud’un ve Jung’un psikiyatri alanlarında yapmış oldukları çalışmaların katkıları önemlidir. Psikiyatri sayesinde insanın ben’i, psikolojisi, düşleri üzerine ressamlar daha rahat çalışma olanağı bulmuştur. Özellikle Sürrealizmin temel dayanağı ya da çıkış noktası insanın bilinmeyen karanlık noktaları üzerine kurgulanmıştır. Doğal olanın dışında kalan alanı tanımlamaya yönelik bu cesur bir atılımdı ve bu girişim devam etmektedir.
Resim akımları içerisinde Sürrealizmin temelde düşler, masallar, söylencelerden beslendiğini söyleyebiliriz. Birçok ressam insanın kendine bile söyleyemediği ya da düşlerinde gördüğü ama bir anlam veremediği konuları/görüngüleri tuvallerinde yansıttılar. Bunlardan bazıları Salvador Dali, René Magritte, Paul Delvaux, Max Ernest, Giorgio de Chirico, Joan Miró’dur. Türkiye’de ise şu isimler öne çıkmıştır. Selma Gürbüz, Ertuğrul Oğuz Fırat, Utku Varlık, Nuri Abaç, Erol Deneç, Aslan Gündaş, Ertuğrul Ateş, Teoman Südor, Habip Aydoğdu, Ergin İnan, Ekrem Kahraman, Gürkan Coşkun (Komet)’u sayabiliriz.
Sürrealist resim anlayışına yakın eserler veren Ender Dandul’un son dönem işlerini yorumlayacağız. Sanatçının eserlerinde bu sanat akımıyla birlikte mitoloji, masal, döngüsellik, yerel gelenekler, insanlar arası iletişim, benlik ve benliğin parçalanması gibi daha birçok unsur/kavram yer almaktadır.
Ender Dandul uzun yıllardır resim sanatında başarılı ürünler vermektedir. Yurtiçi ve yurtdışında 37 kişisel ve birçok grup ve karma” serginin sanatçısıdır.
2. GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Sanatçı Ender Dandul son dönemde yaptığı çalışmalarında karton üzerine akrilik boya malzemesi ile kendine özgün tekniğini kullanmaktadır. Bilindiği gibi akrilik ivedilikle kuruyan bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle ressam tempolu çalışmak zorundadır. Akrilik boya kendine özgü bir diğer özelliği ise boyaların karışımında azami ölçüde özen gerekmektedir.
Arkaik dönemde toplumsal yapının kökeninde mitler, masallar, düşler ve yerel gelenekler vardı. Primitif bir itki ile insanın kendi başına ya da ailesiyle yaşadığı bilinmektedir. Herkesin kendi yarattığı (korkularından, doğadan, karanlıktan, ölümden…) bazı mitler söz konusuydu. Yaşamın ne anlama geldiğinin bilenmemesi, doğum ve ölüm arasındaki çelişkiyi hatta doğa-insan birlikteliğini çözememesi atalarımızı dar bir alana hapsetmiştir. Ayrıca vahşi hayvanları, ansızın gerçekleşen doğa olayları karşısında çaresizliğini yenmek için mitlerden oluşturduğu kendi tanrılarına inanmak/tapmak zorunda kalmıştır.
“Kuşkusuz, insanlar neredeyse her zaman insana benzer bir bileşenle hayvan kılığında veya yaradılışın diğer unsurlarından tanrılar yaratmıştır. ‘Hiç kimse Tanrı’yı görmemiştir ancak kendi varlığının bilincinde, yaratıcı gücü olan en üstün hayvan olduğu varsayımıyla insanlar tecrübelerini gerek bir mağara duvarına, bir müziğe, bir resme ya da tanrının kendisine yansıtarak imgelerinde konuşan, yaratıcı ve üretken tanrılar ve tanrıçalar tasarlamışlardır.” (Tanrı Mitleri, David Leeming-Jake Page, Çeviren: Berna Asuman Uzun, Say Yayınları, s.15, 2021)
Ender Dandul’un resimlerine genel bir bakış açısıyla yaklaştığımızda şu özellikler dikkatimizi çeker: İnsanın bazen ötekileştirilmesi bazen de kendisiyle hesaplaşması, başka insanlarla sağlam bir diyalog gereksinimi duyması üzerine kuruludur. Bu ana tema belirlendikten sonra ayrıntılar arasında aşkın/içkin, id/psikoloji, Araf/arınma, kaostan düzene gibi belirgin kavramlar yer almaktadır. Bu kavramlar soyut/figüratif bir düzlem ve estetiksel bir sanatsal yaratıcılıkla resme dönüşmektedir. İnsanın içsel çöküntü yaşadığı durumlarda sağa sola savrulduğu, kendini sorgulamaktan çok doğrudan yargıladığı, sonrasında da başkalaşım adı altında bir tür tinsel çözülme içinde olduğunu yansıtmaktadır. Böylelikle kendini tanımayan, bu anlamda yetersiz bir algılama idrakinden yoksun olan bir insan için evrenin ana gerçeği ve kendi gerçeği birbirine karışmaktadır. Sanatçının resimlerinde bunun sürrealist ve mitlere dayanan örneklerini görüyoruz. Resimlerin bütünselliği içinde makrokozmoz ile mikrokozmoz arasında yaşanan çelişki ve çatışkıdan doğan gerilim içinde kalan insanın kendi benliğinin de parçalanması kaçınılmazdır. Resimlerin yansıtmaya çalıştığı bu tinsel gerilimin aynası durumunda olduğunu söyleyebiliriz.
Sanatçının resimlerinde düşünsel bir derinlik olduğunu da önemle imleyelim. İnsanın varoluş ve kendini felsefi tanımsallığında, var ile yokun birbirini iterek ve çekerek yarattığı biçimsellik, bütünsellik, içkinlik ve aşkınlık gibi temel dayanaklar resimleri daha donanımlı bir konuma getiriyor. İlk baktığınızda birbirinden farklı ve dağınık gibi görünen figürler, nesneler, çizgiler, renkler, soyut görünümler arasında bir bağlantı arıyorsunuz. Daha sonra bu aradığınız bağlantının sizin kendinize yönelik olduğunu fark ediyorsunuz. İnsanın toplum dışında ve toplum içindeki yalnızlığını, bunalımını, kendini aramasını yansıtan bir tema olduğunu gördüğünüzde bir hesaplaşma içine giriyorsunuz. Resimlerdeki görünümler ile sadece varlığı duyumsananlar arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyorsunuz. Sizin kendi benliğiniz ile karşınızdaki resimlerin teması böylece doğrudan bir iletişme giriyor.
İnsanın en yalın, en gösterişsiz ve tasasız hali ilkel toplumlarda görülür. Doğanın ücra bir köşesinde yaşayan bir kabile için günlük yemek-içmek, avlanmak, uyumak yeterlidir. Bunun ötesine geçip de doğayı, evreni, yaşamı, insanı anlamak için sorgulamak ve belirli bir karara varmak gereksizdir. Ender Dandul’un resimlerinde ise bu gereksizlik belirgin bir karara varılması gerektiği üzerine kurulmuş. İnsanın kültürel ve düşünsel anlamda gelişebilmesi için kendisini ve çevresini tanıması gerektiğini bilmelidir. O halde çevremizde tüm bu olup bitenlerin ne anlama geldiği önemlidir. Sanatçı bununla da yetinmiyor ve bazı eklemelerde bulunuyor. Sözgelimi, insanın düşlerini, fantezilerini, rüyalarını, bastırılmış duygularını ve ilişkileri sanatsal bir gösterimle resme dönüştürüyor.
Albrecht Dürer’in ünlü tablosu Melankoli’de birçok gizem ve ezoterik figür vardır. Bir başka bakış açısıyla dünyaları birbirine bağlayan kutsal kabala’nın bazı ipuçları da vardır. Aslında her insanda bir seyirci ve bir aktör, bir konuşan bir de yanıt veren vardır. Bu İbn. Arabi’nin ünlü ayna kuramını anımsatır. Bu arayış resimlerin tamamında açık-kapalı vardır. “Büyülü alfabe, gizemli hiyeroglif ya zaman ya de cehaletimizden çıkar sağlayacaklar yüzünden bize ancak eksik ve hatalı olarak ulaşır; kayıp harfi veya silinmiş işareti bulduğumuzda, ahenksiz gamı yeniden bestelediğimizde ruhlar dünyasında güç kazanacağız.” (Aurelia, Gerard de Nerval, Çeviri: Seçil Kıvrak, Kolektif Yayınları, s.62, 2018)
Ender Dandul için desen çizmek çok önemlidir. Desen, sanatçının başlangıç aşamasıyla sınırlı kalmaması gereken ve sadece el becerisidir değildir. Sanat tarihinde desen kavramı henüz tamamlanmamış ve değişebilecek bir ifadenin yansımasıdır diye tanımlanır. Desen devam eden bir çizginin oluşum halinin tamamlanmamış görünümüdür. Buna şunları da ekleyebiliriz: Desen, sanatçının dokunuş, bakış ve deneyim alanı olarak kabul edilebilir. Bu durumların her biri ya da bazıları ile bir araya gelerek oluşturulmuş bir tür deneysel alandır. Desen çizen bir sanatçının el becerisi ve yaratıcılığı bir yana, sanatçının bellek ve algılama/yansıtma açılarından da güçlü olması gerekmektedir. Desen ile sanatçının duyguları, yaşadıkları, anıları, düşleri de az ya da çok yansıyabilir.
Ender Dandul’un son dönem işlerini sadece desen üzerinden tanımlamak zordur. Sanatçı akrilik boya tekniği ile resimlerini yaptığından dolayı, yaratıcılığını devingen ve ivmesel bir etkinlikle bitirmelidir. Sanatçının resimlerinde izleyen üzerinde yansıttığı etkilerden görece söz etmiştik. Kısaca değinmemiz gerekirse onun resimlerinde çizgisel bir aksiyon vardır. Ender Dandul, resimlerini öncelikle zihninde kurgulamakta, kendini hazır hissettiğinde yansıtmaya (resme) başlamaktadır. Desen çizmek için zihinsel anlamda sanatçının iyi bir kurgulama yapmasıyla da eşdeğerdir. Resimlerinde desen karakteri yer yer güçlendirip, yer yerde zayıflayarak görünür.
3. RESİMLERDEKİ ÇİZGİ, DOKU, RENK ÜÇLÜSÜ
ÇİZGİ:
Resim sanatında çizgi, doku leke ve renk üçlüsü son derece önemlidir. Bu üçlünün katkılarıyla resmin teması ya belirginleşir ya da gizlenir. Çizginin ilk ortaya çıkışı belirgin bir zorunluluktan doğmuştur. Arkaik dönemde alfabesi ve konuşması olmayan primitif atalarımızın ağızlarından çıkan bağırtılar, garip sesler, çığlıklar ve haykırışlar onların duygularını tam olarak yansıtmıyordu. Bu tür anlaşılmaz bağırtılar yetersiz kalınca, bir süredir mağaralarda ve bazı duvarlarda el becerileriyle çizilen resimler/grafitiler daha bir önem kazandı. Birbirleriyle ilişki kurmalarında, haberleşmelerde, duygularını yansıtmada çeşitli pigmentlerle/boyalarla yaptıkları çizgisel resimler bir süre sonra sanatsal bir anlam ifade etmeye başladı. Sözün kısası çizgi sesin ortaya çıkmasına kadar önemli bir işlevi yansıttı. Sonrasında çizgi sanatsal anlamda evrimleşerek devam etti.
Çizgi, bir alanın boş ile dolu arasındaki sınırıdır. Bu anlamda çizgi dediğimiz ve bir yüzey üzerine çekilen bir çizgi uzunluğuna oranla daha ince bir görüntüye sahiptir. Resim sanatında ise ince ya da kalın bir fırça ile tuvale vurulan uzun bir darbe çizgi olarak değerlendirilir. Bazı sanat tarihçileri resim sanatının çizgiden doğduğunu söylemiştir. Çizgiler çeşitli en ve boyda olmalarıyla birlikte resimlerde hareketi de temsil eder. Aslında bu durum şöyle de tanımlanabilir: Çizgi, plastik sanatlar dilinin temel “işaret” unsurlarından biridir. Bu nedenle çizgi dendiğinde tek bir anlam yoktur. Resimde çizginin boyutu, konum, yer, yön, sayı, sınır ve ölçü ile bir değer kazanır.
Ender Dandul’un resimlerinde çizgi unsuru hem görsel anlamda hem de estetiksel anlamda izleyen üzerinde güçlü bir etki yaratıyor. Çizgelerin temaya uygun olarak dairesel, kıvrak, enine ve boyuna, bazen çok ince bazen de görece orta kalınlıkta olması izleyenin dikkatini çekiyor. Resmin dokusuna uyumlu olması bir yana, primitif bir oluşumun gösterimsel bir boyutunu izliyoruz. Çizgilerin karmaşık gibi görünen düzlemsel, dairesel, eğri ve kıvrak yapıları boşlukları keskinleştiriyor ya da yumuşatıyor. Çizgilerin a priori bağlamında dokusal ve estetiksel görünümleri tema anlamında bazı ipuçlarını imliyor. Resmin dokusu üzerinde seyreden ve sanki başıbozuk kalmış gibi görünen çizgilerin içsel-aşkın çatışkısını çağrıştıran bir gerilim yarattığını söyleyebiliriz. Sanatçının resimlerinde yer alan figürlerin doğrudan anatomik bedenler yerine kişiliklerini yansıtmaya yönelik karakteristik bir yapılanma söz konusudur.
Figürlerin çoğu kez pastel renklerle bezenmiş olmaları çizgisel bir istemle doğrulanmaktadır. Yapı-doku birlikteliği çizginin öncülüğünde, kendi biçimselliğini yaratmaktadır. Bu bütünsellik bazı yerlerde edilgin bazı yerlerde ise edilgen olmaktadır. Çizgisel bir düşlem içinde varoluşun yapısı ve sonsuzluğu matematiksel bir evrim yerine edimsel bir işlerlik kazanmaktadır.
“Çizgiler, tasarımın temelini oluşturan ana yapılardır. Bir resim tasarımında kullanılan çizgi ile anlatılmak istenen görsel tema simetrik ya da asimetrik, derinlik ya da yükseklik, geometrik ya da düz biçimlere, doğal olan ya da doğal olmayan biçimlere göre anlatılmak istenen nesneleri canlandıran, hayat veren, her türlü görüntü, biçim veya formlar arasındaki ilişkiyi oluşturan, öldüren, gerilim sağlayan ya da yumuşatan, onların hayat bulmalarına neden olan yapıtaşlarıdır.” (Resim Sanatında Çizgi ve Çizgi Ritmi Üzerine, Dr. Mehmet Özkartal, Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel sanatsal Fakültesi Doğu Kampüsü, Merkezi Derslikler, Çünür- Isparta, 2009)
Resim sanatında çizginin öneminden söz etmiştik. Buna devamla şunları da söyleyebiliriz: Çizgi, doku üzerinde bir alanın konturlarını çizer, bu alanın kenarlarını belirler ya da bir alanı böler. Çizginin geometrik özelliği bunu gerektirir. Yüzeyde belli ya da belirsiz bir biçim oluşturur. Resimde çizgi sayesinde resme bakanın gözü etkilenir ve çizgiyi izler. Ayrıca çizgi bir yüzeye ton değeri kazandırır. Renklerin uyuşması, açılması, dağılması, birleşmesi gibi temel etkenler söz konusudur. Çizgi leke ile önceden belirlenmiş bir hareketi kapsar, buradan doğar ve dinamizmi de kendisi belirlemiş olur.
Söz gelimi yukarıda yer alan iki resmi çizgi kuramı açısından yorumlayalım. 01 no’lu resme baktığımızda bir belirsizlik içinde dağılmış bazı figür ve nesneler görürüz. Koyu kırmızı, kahverengi, pastel mavi gibi renklerle boyanmıştır. Bu resimde çizgilerin belirsizliği dikkat çekmektedir. Resmin ortasında belirgin bir etki alanı vardır. Bu toplanmanın en altında ise belli belirsiz bir erkek figürü söz konusudur. Onun sağında solunda, hatta üzerinde bile bazı çizgiler vardır. Tam ortadaki koyu kırmızı dairesel bir yapının ortasında ezoterik bir harf sembolü bulunmaktadır. Kırmızı dairenin çizgiyle kapalı olması dikkat çekicidir. Aşağıdaki figür ise yukarıya doğru uzanmak isteyen bir hareket içindedir ve bir şey aramaktadır. Figürün aradığı kırmızı daire içindeki bir sembol olan bu harfler olabilir mi? Belki. Ender Dandul’un son resimlerinin tamamında bu tür felsefi arayışlar sayesinde resimlerine bakan dikkatli bir göz bu arayışa kendi penceresinden katılmaktadır…
02 no’lu resimde ise çizgilerin figürler üzerlerindeki derin etkisini görüyoruz. Bu resimde de mavi tonlarıyla bezenmiş yarı kapalı bir ay biçimi çizilmiştir. Bir balon imgesiyle bir ucu açık sonsuz bir düşüncesi temsil ediyor gibidir. Bu çizgisel döngüsellik resme ayrı bir atmosfer katmıştır. Resmin sol tarafında ise üç figür vardır. Üçü de birbirinden uzak ama yakınlaşma gereksinimi duymaya yönelik bir tavır içindedir. Bir Lunaparkı andıran bu gösterimde postmodern bir anlatımın bazı ipuçları da söz konusudur. Yazılı bir metnin anlamı bir tane ama yorumu sonsuzdur. Jacques Derrida’nın bu kuramını anımsıyoruz. Kesinliği olmayan ama çizgilerle belirli bir anlam yerine sonsuz bir yorum içermesine yönelik bir resimdir bu. En alttaki figürün üstünde durduğu beyaz puanlı kırmızı elips onu içine almış ve hapsetmiştir. Buradan kurtulmaya yönelik bir kaçışı simgelemektedir. Özgür insan ve özgür düşünce! Her iki resimde de çizgilerin bazen yoğun bazen de geri planda kaldığı ama derin bir anlam kattığını söyleyebiliriz.
Santaçı Ender Dandul’un bu tür resimlerinde aralık (espaş), uygunluk (benzer), zıtlık, birlik ve estetik değer yargıları olan boşluk-doluluk, hareket ve denge unsurları öne çıkmaktadır. Bunlar çizgiyle temas ettiklerinde resme düşünsel ve sanatsal bir değer katmaktadır.
DOKU:
Doku, yalın bir tanımlamayla gözde oluşan dokunma etkisidir. Özellikle bir resme baktığımızda yüzeye dokunmaksızın bize yansıttığı dokunma duygusudur. Doku kimyasal olarak çok çeşitlidir ve bu konumuz dışındadır. Doku, görme ve dokunma duyusuyla insanı harekete geçiren, cisimlerin yüzey alanını oluşturan homojen bir yapıdır. Resim sanatında yapay doku kadar gerçek dokular da vardır. Söz gelimi bir ressamın tuvaline vurduğu fırça darbeleri, boya katmanları, kazılarak oluşturduğu yüzeyler böyle bir etki yaratır. Bunlar sonradan oluşturuldukları için yapay dokulardır. Doğal dokular ise bir portakal kabuğu ya da bir ağacın gövdesi olabilir.
Ender Dandul’un resimlerinde yaratılan yapay dokunun bir özelliği de resmin temasını öne çıkartmasıdır. Yüzeyin farklı renk ve tonlarla bezenmesiyle birlikte üzerinde yer alan çizgiler, renkler, figürler, nesneler bu alanda belirgin bir amacın/düşüncenin ve bununla birlikte sanatın/estetiğin göstergesidir.
Yukarıya alıntıladığımız iki resmi doku açısından yorumlayacağız.
03 no’lu resimde birbirine yakın duran ve bir belirsizlik içinde kalmış gibi iki insan figürü görüyoruz. Her iki figür de silik çizgilerle kapalı bir alana alınmıştır. Bu da sanki ikisini birbirine yakınlaştırmayı, iki insanın diyalog kurmasına yönelik bir görünüm içermektedir. Fondaki yarı açık-koyu renk ise iki figürün öne çıkmasını sağlamıştır. Bu figürlere dokunma duygusu yoğunlaşmaktadır. Sanatçının pastel renklerle yaptığı iki figür sanki özel bir resimleme tekniği ile öne çıkmış gibidir. Dokunma duygusunun yoğunlaşması ise figürlerin yapay görünümleridir. Doku ile figürler uyumlu bir birliktelik içindedir ve kabartmanın dokusu ilk başta dikkat çekicidir.
04 no’lu resimde ise dokunun belirginliği kadar yüzey üzerindeki parçalanmışlık duygusu da yansımaktadır. İnsan figürü, kuş ve bazı belirsiz nesneler ile yüzey üzerine yakın bir gösterim yaratılmıştır. Bu resimde de yine bir kapalı bir dairesel alan görüyoruz. Figür ve nesneler bu dairenin içine girmeye ya da dışına çıkmaya yönelik yapılmışlardır. Burada içsel bir yapılanma kadar dışa yönelik bir aşkınlık da söz konusudur. Dokunun yalınlığı kadar resmin tamamını kapsayan atmosfer de dikkat çekicidir. İnsan gözü her şeyi (nesneleri, figürleri, renkleri…) bir yüzey üzerine düşen ışığın yarattığı algılama ile tanımlamaktadır. Yüzey üzerine yansıyan ışık resimde belirli bir gölgeleme, “açıklık-koyuluk” ile belirlenir. Yani dokunun tam olarak algılanabilmesi için bir ışığın yüzeye çarpması gereklidir. Üstelik bu ışığın gücü, değdiği nokta, az ya da çok değdiği alanlardaki doku teması farklı algılanacaktır. Ayrıca ışığın yüzeye kuvvetli düşmesi sonucunda dokunun derinliklerindeki renk tonları da, koyulaşmaya başlar. Her iki resimde de bunun göreceli olduğunu söyleyebiliriz. Doku, resim sanatı tarihinde ilk olarak empresyonizm ile başlamıştır.
“İzlenimci olan sanatçı kendi üslubuyla birçok eser vermiştir. Doğa manzaraları ve insan resimleri yapmış, eşyaların biçimsel özelliklerini belirginleştirerek onları kişisel olarak değerlendirmiştir. Eserlerinde boyayı tabakalar halinde sürerek ritmik fırça darbeleriyle yapıtlarına bambaşka bir etki ve güç kazandırmıştır. Gogh’un eserlerini dokunma değerleri olan doku örnekleri arasında gösterebiliriz.
Soyut Dışavurumcu ve Soyut Sanat Akımında Doku Kullanımı İkinci Dünya savaşının Avrupa’da yaratmış olduğu olumsuzluklar, New York akımı olarak adlandırılan Soyut dışavurumculuk akımının gelişmesinde etkili olmuştur. Sanatın merkezinin Paris’ten New York’a geçmesinde etkili olan nedenler arasında, Fransızların savaşa girmesi ve o dönemde etkisini sürdüren sürrealist sanat akımının temsilcilerinin orayı terk etmesi yer almaktadır. İlk başlarda Amerikalı sanatçıların çalışmalarında büyük oranda Sürrealistlerin etkileri görülürken, 1940’lı yıllarda kendi yönlerini bulmuşlar ve sanatları adına yenilikler üretmişlerdir. “Jackson Pollock resim sanatını bir doku sanatı haline getiren ya da karşıtlarına göre indirgeyen bir entelektüeldir. Pollock’ un sanatı, Amerika’ da Aksiyon Resmi (Action Painting) adı ile yeni bir çığır açtı. Böylece doku XX. yüzyıl soyut modernist sanatın en kuvvetli ve yaygınlaşan bir ifade unsuru haline geldi.” (RESİM YÜZEYLERİNDE TEKNOLOJİ DESTEKLİ HAZIR DOKU KULLANIMI, Aylin Özkan, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Resim Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, 2018)
RENK:
Resim sanatının en çok öne çıkan olgusu renktir. Bir ressamın fırça darbelerinin gücü, estetiği, çektiği çizgiler, çizdiği figürler ve nesneler, yarattığı doku ve tema ne kadar yetkin olursa olsun kullandığı renkler yetersiz ya da uygun değilse o resim sorunludur. Resmi öne çıkaran renktir; ressam bu nedenle renkleri bilinçli bir eğitimle, dikkatli bir gözle, sanatsal bir edimle kullanmalıdır.
Doğada kendiliğinden bulunan temel renklere ana renkler denir. Bu tür renkler doğada yalnız başına bulunabilme özelliğine sahiptir. Ana renklerin birbirleriyle karıştırılmasıyla ara renkler elde edilir. Öncelikle ana renkleri sayalım: Sarı, kırmızı ve mavi. Hemen ekleyelim ki siyah ve beyaz renk güneş ışıklarını yansıtmaz. Ara renklere ve ana renklere uygun miktarlarda siyah ve beyaz karıştırıldığında o renklerden farklı tonlar elde edilir. Ara renkler ise turuncu, yeşil ve mor olarak bilinmektedir. Kırmızı ile mavinin karıştırılmasıyla mor, kırmızı ve sarının karışmasıyla ise turuncu, mavi ve sarının karışmasıyla yeşil renk elde edilmektedir. Ayrıca her renge siyah ve beyaz uygun miktarlarda eklendiğinde neredeyse sonsuz sayıda farklı renkler elde edilebilir. Renk ve ışık iki ayrı kavramdır. Ancak ışığın temas gücüne göre beliren görüntü renktir. Işık, rengin ana kaynağıdır. I. Newton bir ışığı prizmadan geçirerek yedi farklı renk elde etmiştir.
Renklerin kendilerine özgü yorumları vardır. Kırmızı; ateşi, cinselliği, enerjiyi, aksiyonu, dışa dönüklüğü, iradeyi, mutluluğu ve olumluluğu ifade eder. Sarı; zihinsel aydınlığı, iyimserliği, sevgiyi, çabayı, iletişimi yansıtır. Turuncu; heyecanın ve duyguların rengidir. Ayrıca cesaret, neşe, girişkenlik ve sosyal yaşamı yansıtır.
Ender Dandul’un resimlerinde renk dikkat çekici bir özelliğe sahiptir. Renkler zaman zaman pastel ağırlıklı olsa da, sonuçta temaya yöneliktir: Renklerin içkinliğinde sezgisel bir yapı vardır. Bazı figürlerin tıpkı Araf’ta kalanlar gibi boşlukta salınmaları ise bir renk cümbüşünün yarattığı karmaşa ile betimlenir.
05 no’lu resimde renkler diğer resimlere göre daha canlı ve dikkat çekicidir. Koyu kırmızı, mavi-beyaz, lacivert-sarı ve bazı pastel renkler vardır. Renklilik açısından bu resim daha canlı, dinamik, enerjik bir görüntü vermektedir. Bu resim bize dolaylı yoldan Wassiyl Kandinsky’in resimlerini anımsatmaktadır. Soyut sanatın hem kuramsal hem de ressam olarak öncülerindendir. Geleneksel resim anlayışını içerik ve teknik olarak sorgulamış ve özgün bir biçem yaratmıştır. Kandinsky’e göre sanat içsel gereklilikten doğmalı ve bu doğrultuda büyümelidir. Resimlerinde gerilim, boşluk ve doluluk, renk ve çizgi skalası önemlidir. Titreşimlerin yarattığı izlenim ile izleyici arasında doğrudan bir çıkarımsal oluşum söz konusudur.
Ender Dandul’un resimlerinin bazılarında soyutluğun mitolojiye yaslanarak yüzeye yakın çizilmeleri karşısında figür=tema birlikteliği gerçekleşir. Yukarıdaki resme odaklandığımızda daireler, kesikli ve oval çizgiler, belirli alanların keskinleştirilmesi ve çevrelenmesi, temanın alımlanması ile soyutun görünür olmaya başlaması belirginleşir. Resmin iki ucunda yer alan kırmızı ve beyazlığın içinde birer figür görülmektedir. Renklerin farklılığı sayesinde aradaki boşluklar ve katmanlar bazen birleşmekte bazen de ayrılmaktadır. İki ucu epeyce açılmış bir makas örneği gibi, resmin sanki ortadan ikiye ayrılacakmış izlenimi vermesi ise şaşırtıcıdır. İki figür masalsı ve destansı bir biçimde, lirik ama melankolik bir atmosfer içermektedir. Bir yap-boz gibi açılır kapanır bir yelpazeyi andıran tablonun bir diğer yönü de ilginçtir.
Renklerin yüzeye yakın olmasıyla izleyenin dokunma duyusunu tetiklemektedir ve Bin Bir Gece Masallarını çağrıştırmaktadır. Resmin ortasındaki dağınık gibi bezenen renklerin pastel olmasıyla iki uçtaki figürlerin görünür olduğunu söyleyebiliriz. Burada açıklık ve koyuluk, alan daraltılması, çizgilerin dairesel, oval, kesikli ve düzlem olmasıyla renklerin bulundukları bölgenin konumu de belirlenmektedir.
“Renk, sadece sanat eseri ve eserin bir parçası olarak değil, sanat eserinin öz niteliklerini ortaya koyan yardımcı bir araçtır. Rengin belirli bir varlığı vardır. Bu varlık, fiziksel olarak çözümleneceği gibi ruhsal olarak karakteristik yapıyı anlamlandıracaktır. Bu yaklaşım biçimi, rengi aynı zamanda sanatı, ifade biçimi, söylem dili olarak farklı bir yere konumlandırmaktadır. Sanatçı, rengin özelliklerine göre kendi özünde oluşturduğu kelimeleri renk lekeleriyle ifade edebilmektedir. Bu tür çalışan sanatçılardan biri olan Avustralyalı sanatçı Michael Johnson, duyusal deneyimlerini kompozisyonlara renkçi bir yaklaşımla aktarmaktadır.
Michael Johnson’un resimlerinde geometrik formların mat yüzeylere yerleştirilmesiyle oluşturulan kompozisyonlar dikkati çekmektedir. Geniş geometrik formlar halinde boyanan şekillerde, bazı deformasyonlar bulunmaktadır. Uç uca değen renkçi geometrik formlar, matematiksel bir dizilimle tuvale yerleştirilmektedir. Renkleri birbirinden ayıran ton farklılıkları, renklerin geometrik formları arasında kontur hissi veren çizgileri anımsatmaktadır. Ancak burada optik bir göz yanılsaması ile rengin armonik etkininden yararlanan sanatçı, bilimi sanatla kaynaştırarak, Itten ve Goethe’ye göndermelerde bulunmaktadır.” (RENK TEORİLERİNİN YANSIMALARI VE RESİM SANATI ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER, Öğr. Gör. Dr. Zuhal Başbuğ, Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 2020)
4. SOYUT/FİGÜRATİF GÖRÜNÜMLER
Bu bölümde, Ender Dandul’un resimlerinde yer alan soyut figürleri yorumlayacağız. Sanatçının birçok resminde soyut/figüratif görünümler vardır. Daha önce kısaca değindiğimiz gibi sanatçının resimlerinde masalımsı bir atmosfer söz konusudur.
İnsan olarak çevremizdeki doğal gelişimleri, değişimleri gözlemlerken bazı duygusal bağlantılar kurarız. Söz gelimi denizin dalgaları kendi içimizdeki coşkuyu ya da dalgaların kıyıya vurup köpüklerini saçmasını yaşadığınız travmatik bir olayla ilişkilendirebiliriz. Eski bir ev gördüğümüzde bazı anılarımız canlanabilir. Bir futbol topunu ya da bir uçurtma gördüğümüzde de içimizde sönmeye yüz tutmuş bazı olayları yeniden yaşama geçirmeye çalışırız. Aslında denizin dalgaları ve köpükleri doğaldır ve sıradan bir görüntüdür. İnsanın çevresindeki nesnelere, eşyaya, objelere anlam yükleriz ve sonra da bu anlamları içselleştiririz.
Soyut nedir sorusuna genel bir tanımla şunları söyleyebiliriz: 20. Yüzyılda sanatın bir değişimi söz konusudur. Sanat doğanın dış görünüşünden kurtulduğunda yepyeni bir anlam/yorum yaratılmıştır. İlk olarak nesnelerin biçim değiştirilmeleri söz konusu olmuştur. Nesneler deforme edilmiş kendi gerçeklikleri yerine bir belirsizlik içeren yeni sanat akımları doğmuştur. Resimlerdeki renkler lekelere dönüşmüş, geometrik kesitler yaratılmış, figürler yalıtılmış ya da bütünleştirilmiştir. Paul Cezanne’ın resim sanatına büyük bir katkısı olmuştur. Böylelikle soyut sanat ortaya çıkmıştır. Hemen ardından Pablo Picasso, Wassily Kandinsky, Maleviç, Paul Klee gibi sanatçılar ile soyut sanat çeşitli akımlarla süreci devam ettirmiştir.
Türkiye’de ise benzer akımları benimseyen sanatçılar arasında şu isimleri sayabiliriz: Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Avni Lifij, Zeki Faik, Mahmut Cuda, Hale Asaf ve Namık İsmail gibi sanatçılar önceliklidir.
Soyutlama ile sanatçı kendi iç dünyasını da yaratır ve yansıtır. Prof. Dr. Bedri Karayağmurlar bu konuda şunları söylemiştir: “İnsanın bütün kültürel gelişimi onun soyutlama yetisine dayanmaktadır. Sözcüklerden sayılara, kullandığımız bütün araç gereçlere dek, yaratıların hepsi birer soyutlamadır gerçekte.”
Soyut figür yaratmada sanatçının özgür olması önemlidir. Tuvaline kendi içsel yaratımlarını, belleğindeki gizli duygularını, önermelerini ve beklentilerini yansıtmaktadır. Böylelikle nesnelerin boyunduruğundan kurtulalım diye Kazimir Maleviç bazı önemli saptamalarda bulunmuştur. Böylelikle sanat anlayışı doğanın ve nesnenin dış görünüşünden tamamen kurtuluyordu. Fotoğrafik anlamda gerçeği yansıtmak yerine ressamın kendi gerçekliğinden sızan bilgiler, duygular ve düşüncelerle bütünleşen soyut/figüratif bir akım başlamıştır. Bu tür sanat anlayışında lirik soyutlamalar, dairesel, keskin ve oval çizgeler, renklerin iç içe geçmeleri, renklerin tonlanmalarında soyutluğun tanımsallığı öne çıkmıştır. Bilinen ve görünen dünya/doğa yerine görünmeyen ne varsa sanatla buluşmuştur.
Sanatçı Ender Dandul’un 06 no’lu resmine odaklanalım ve yorumlayalım. Resmin sol üst tarafı karanlıktır ve boşlukta bırakılmıştır. Ressamın bu karanlık bölümü resme bir gizem katması için kullandığını düşünüyoruz. Resim soldan sağa doğru akıyor gibidir. Bu anlamda belirli bir aksiyon görülmektedir. Bir sinema filminin tek bir karesinin dondurulmuş hali yansıtılmıştır. Bir saniye sonrası bu görüntü tamamen değişecektir. Ancak 25. Kare ise çok önemlidir. Resmin kareleri hızla geçtiğinde görülmeyen ama zihinsel olarak algılanan bir olay vardır. Bunu 25. Kare olarak tanımlıyoruz. Bu açıdan resme yaklaştığımızda 25. Kare’yi resmin gizil teması dolarak kabul edebiliriz. Resimdeki belirsizlik izleyeni düşünsel anlamda yormak üzerine kurulmuş değildir. Daha çok soldan sağa doğru seyreden bu figürler ve nesneler, irili ufaklı silik görünümler neyi yansıtmaktadır sorusu önem kazanmaktadır.
Resimde 5-6 tane insan figürü bulunmaktadır. Bazı figürler birbirlerine yakın durmaktadır bazıları ya uzaklaşmaktadır ya da konum itibarıyla hareketsizdir. Resmin sol alt köşesinde büyük bir daire vardır. Bu dairenin üzerinde birkaç figür bulunmaktadır. Bu daireyi yaşadığımız dünyaya benzetebiliriz. Ancak dünya üzerindeki kaçışlar, gelişler, uzak durumlar, belirsizlikler de söz konusudur. Figürlerin kararsız görünümleri, diyaloga uzak durmaları, dünya ile evrenin öteki köşelerine doğru uzanmaları ise dikkat çekicidir. İnsanın dilsel serüveni iletişim üzerine kurulmuştur. Bu anlamda kayboluşlar, başkalaşımlar, dönüşümler, sabit durmalar gibi çok çeşitli hareketler yansıtılmıştır.
Figürler resmin sağ üst tarafın doğru bir uzanımları vardır. Dünya dışı metafiziksel bir arayışı mıdır bu? Sanatçının asıl temas etmek istediği bu kaçışın amacı nedir sorusudur. Resimde mavinin tonları hâkimdir, en üst sağda ise turuncu-kızıl renginde dairesel bir şey vardır. Resmi bir de ters taraftan okumaya çalışalım.
Sağ üst köşeden akan bir ivmesel yaklaşımla sol alt tarafta yer alan dünyaya dönüş mü anlatılmaktadır? Bu geliş-gidiş, doğum-ölüm gibi ikili bir varolma ile yok olma arasındaki gerilim mi yansıtılmaktadır? Fizik kurallarında kırmızı renk uzaklaşma, mavi renk ise yakınlaşma anlamındadır. Bu yakınlaşma insanın kendi gerçekliğine yöneliktir. Kişinin alt beninin yapısındaki katmanlar arasında gizli duran gerçeğe ulaşma egosunun önü açılmıştır. Kendini tanıma, ben kimim ve nereden geldim nereye gideceğim sorusuna bir tür yanıt aramadır.
Resimde yer alan figürlerin aksiyonel görünümleri deforme edilmiş bedenlerinin tinsellikleri üzerinden kurgulanmıştır. Sağ alt taraftaki karmaşa gibi görünen ama aslında dünyayı ve yaşamı tanımaya yönelik bu arayıştır esas olan.
07 no’lu resim ise kendi özelinde yapılmıştır, Sanatçının resim üzerindeki kurgusu diyalog temalıdır. Bu resimde yer alan üç figür diyalogu tanımlamaktadır. Resmin sol tarafına yakın duran karşılıklı iki figür (ayakta gibi görünen) konuşmaktadır. Birinin kadın olduğunu düşündüğümüz bu iki figür insanlar arasında olması gereken konuşmayı, hoşgörüyü, dostluğu, aşkı, sevdayı, anlaşmayı temsil etmektedir. Doğrudan birbirlerine bakan bu iki figürün temasında bakış, bedensel yaklaşım, sevecenlik duyguları da vardır.
Resim, tam Altın Oran ölçütünde keskin bir biçimde ikiye ayrılmıştır. İki figürün olduğu alan mavinin ve yeşilin tonlarıyla boyanmıştır. Diğer alan ise sarının tonlarıyla boyanmıştır. Bu ikiye ayrılış önemlidir. Koyu sarı alanda bedeninin yarısını ve yatay bir biçimde gördüğümüz palyaço kılıklı figür ilginç bir biçimde onları dinlemektedir. Kendini gizlemiş, hayli meraklı, gözleri sonuna kadar açık, ağzı kapalı ve pür dikkatlidir. İki figürün konuşmalarının ne olduğunu anlamasıyla belki de kendini bir sonraki sahnede gösterecektir.
Bu resim insanların içindeki fesatlığı, komediyi, merakı, başkalarını dinlemeyi yansıtmaktadır. Birbirinden farklı iki alanın görece bir biçimde yakınlaşması da sanatçının yaratıcılık becerisidir. Bir tiyatro sahnesini andıran bu tek karelik görünüm bir durumun karakteristik özelliğini yansıtmaya yöneliktir. Ressam burada üçüncü figürü yargılamaz, onu sadece bir durum saptaması olarak çizmiştir. Gündelik yaşamdan sıkça tekrarlanan bir sahnedir gördüğümüz. Her iki resim de sanatçının yaratıcılığının birer göstergesidir.
5. MİTOLOJİ, BELLEK VE ZİHİNSEL ALGILAMA
MİTOLOJİ:
İnsanlık tarihinin ilkel diye tanımlanan dönemlerinde her bir doğa olayına bir tanrı ismi verilmiştir. İnsanın doğa karşısındaki acizliği, ürkekliği, savunmasızlığı nedeniyle kendini zavallı hissetmesi onu buna zorlamıştır. Bir tanrıya taptığında onu doğadaki felaketlerden koruyacağına inanıyordu. Kendi yarattığı tanrıyla yüzleşmesi onun bilinç sınırlarının göstergesiydi. Tanrısına ibadet etmek için çamurdan, taştan, ahşaptan yaptığı heykellere tapıyordu. Söz konusu tanrı olunca onunla bir iletişim kurmalıydı. Bunun için de tanrıyı görmeliydi ve böyle ikna olabilirdi. Ancak tanrıyı tanımak ve isimlendirmek demek, onu sınırlamak ve ele geçirmek demekti. Böylece tanrı bilinen hatta görülen, karşılıklı (tek taraflı da olsa) konuşulabilen bir şeydi ve bu insan elinden çıkarsa bir anlam ifade ediyordu.
Ender Dandul’un resimlerinde insanın evrensel gerçeği arama arzusu mitolojik kökenden gelen bir anlayıştır. İnsanın doğuştan gelen bazı birikimlerinin bastırılmasıyla unutulmaya yüz tuttuğu bilinmektedir. Bu bastırılmış ve tetiklenmeyi bekleyen arketipler Jung felsefesinde ayrıntılarıyla anlatılır. Bir olayın oluşmasıyla birlikte o olayı tetikleyen bastırılmış bir güdü ansızın kendini gösterir. Sanatçının resimlerinde de bu durum böyledir. Bir arayış ve döngüsellik içinde yaşanan ve sonlanan çıkarımsallık yine aynı dairesel dönüşüme devam eder.
Ender Dandul’un resimlerinde yer alan imgeler birer arketip olarak çizilmiştir. Figürlerin grotesk görünümleri, figürlerin çevresindeki nesneler, renkler, çizgiler ile Tzvetan Todorov “Ya Sanat Ya Hayat” kitabında bu tetiklemeyi imlemektedir. Bir dokunuş ile yaşamsal sürecin başlaması, devamı ve değişimi söz konusudur. Figürler bazen doğrudan kendilerini bazen de karşılarındaki ötekiyi temsil ederler. Bu ikili yansıtma bir aynaya bakanla görünen arasındaki iletişim gibidir. Var olanla olmaya çalışan ya da var olanın varlığını tanımasını sağlayan yansıyan bir süreçtir aslında. Ender Dandul da buradan hareketle figürlerin anatomik görünüşleri yerine onların yansıttığı mistik, felsefi, varoluşsal yapıyı aktarır. Böylelikle resimlere bakan bir izleyici bu figürlerin görünmeyen yüzünü tanımaya çalışır. Bu figür neyi temsil ediyor diye düşünür ve ardından büyük soruya geçer: O halde, bu temsil ile varoluşun sınırları nerede kesişmektedir ya da nerede ayrılmaktadır? Sorular birbirini kovalar ve belirli bir sonuç alınamaz. Bunun nedeni ise anlamın bir tane yorumun ise sonsuz olmasıdır. Üstelik anlamın yorumu her dönemde, her coğrafyada, resme bakanın kültürü ve eğitimi, yaşadığı toplumun düzeyi, gelenekleri ve dinsel yapısı bunları etkiler. Bir dengbejin kendine özgü masal anlatması gibi figürler varoluşun gizemi üzerine kurgulanmıştır. Düşlerin ve yerel geleneklerin masalları yarattığı bilinir. Resimlerin bazılarında böyle bir tat, atmosfer ve oluşum söz konusudur. Masallardaki kahramanlar ifrit, güzel, çirkin, iyi-kötü, ölümsüz, büyücü gibi sıra dışı canlılardır. Ender Dandul masalımsı tatları güçlü renkler ve çizgilerlerle düşünsel bir kurguya dönüştürüyor
Resimlerdeki figürlerin her biri sanki bedenlerini ödünç vermiş gibidir. Bu ödünçlük geri gelmeyen ve bilinen tanımıyla modellere özgü değildir. Sanatçı, burada önemli olanın bedensel görünümler değil, onların imgelerle yansıttıklarıdır, diyor.
Tzvetan Todorov “Ya Sanat Ya Hayat” adlı kitabında şunları yazar: “Dolayısıyla, Rembrandt kendi dünyasını hangi imgelerle temsil ettiyse, bizim de sorularımıza yanıt ararken o imgelere dönmemiz gerekir.”
“Rembrandt, çağdaşı Hollandalı ressamların pek çoğundan kendisini ayıran bir görünürlük anlayışına sahiptir. Nesneleri ayıran sınırları vurgulayarak bunların yüzeyini öne çıkarmak, yani görüşü yüceltmek yerine, içsel görünün gözlerin gördüğüne üstünlüğünü yani yorumlamanın algılamaya üstünlüğünü göstermeye çalışır.”
“Rembrandt varlıkların değil. Tavır ve durumların hakikatini yakalama arayışındadır.” (Tzvetan Todorov, Ya Sanat Ya Hayat, Türkçesi: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, 2016)
Ender Dandul’un 08 no’lu resmini bu açıdan ele alacağız. Resme odaklandığımızda daha önce gördüğümüz gibi iki farklı renkle bir ayırım söz konusu. Bu resimde doluluk oranı diğerlerine göre biraz daha fazla ve dolayısıyla üzerindeki nesneler, soyut görünümler de o orandadır. Bu açıdan resimde dengeli bir dağılım var. Resim dikey olarak yapılmış. En yukarıda açık bir renkle belirlenen bir alan üzerinde ışıklarla bezenmiş bir daire görüyoruz. Bu daire ışıklarla gösterildiği için maneviyat duygusu içermektedir. Oluşumun tamamlanması için yüksek maneviyat duygusu ile bütünleşmesi betimlenmiş. Resmin ikinci yarısı ise daha koyu görünüyor.
Bu resimde doku önem kazanmış gibi. İzleyene doğrudan elini uzatıp temas etme isteği uyandırıyor. Resmin yüzeye yakın çizilmesi ve yukarıdan aşağıya akan bir liriklik göstermesi de hareketin devamlılığı açısından önemlidir.
Ender Dandul bu resminde bazı mitolojik unsurları da kullanmış. Söz gelimi düalizmi çağrıştıran “ikilik” düşüncesi ile masalımsı bir anlatımın ağızdan çıkan sözcükleri anımsıyoruz. Ortada doğrudan görünen bir figür yoktur. Ancak ortadaki görünümün en sağında güçlükle seçilen bir yüz tanımı var. Burada iç içe geçmiş gibi görünen her şeyin bir bütünü oluşturma gayreti söz konusu. Bir falcının, bir büyücünün, bir kâhinin, bir dengbej’in sözlerinin ete kemiğe bürünmüş halini görüyoruz. Başta da ifade ettiğimiz gibi resim Doğulu bir söz ustasının büyülü sözleriyle oluşturulmuş bir nesnellik içeriyor.
Resmin içinde, kenarında yer alan bazı nesnelerin kuş, çiçek, böcek gibi gösterilmesi de mitolojik bir yapının göstergesidir.
BELLEK VE ZİHİNSEL ALGILAMA
Resimlerin zihinsel algılamaya yönelik olması önemlidir. Sözlüklerde zihin şöyle tanımlanıyor: “Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü, bellek, anlayış, kavrayış, bilinç, dimağ” olarak açıklanmaktadır. Eğitim Terimleri Sözlüğü’nde ise “Bilincin, algılama ve düşünme görevini yerine getiren bölümü, zihinsel yetilerin tümü, bellek,” olarak verilmektedir. Yabancı kaynaklarda “Zihin, bilgi edinme, öğrenme, belleme, düşünme, yaratıcılık, algılama, anlama ve sorun çözme gibi iç süreç ve etkinliklerin bütünüdür.” denilmektedir. Bazı yabacı sözlüklerde ise “Zihin iç süreçlerdir. Bunlarla birey çevresindeki bilgileri öğrenir, bazılarını seçerek davranışlarını düzeltir, algılama, öğrenme, düşünme, karar verme, sorgulama gibi çeşitli işlemleri gerçekleştirir.”, cümleleri ile açıklanmaktadır. Görüldüğü gibi zihin, öğrenme, düşünme, algılama, anlama gibi insan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir. Zihin bilinç akışı olarak da tanımlanabilir. Bellek ise beyinde toplanan anıların bütünlüğüdür. Zihin ve bellek iç içe geçtiğinden dolayı, insanın algılama/sorgulama/tanımlama yetisi de bu doğrultuda gelişir.
Ender Dandul’un resimlerinde yer alan figürler, nesneler ve şeyler arasında bir ilişki kurmanın önemi ortaya çıkıyor. Bu, tümevarımın matematiksel bir örneği olsa da, sonuçta bir mantık dizgesi dâhilinde görünümlerin fondaki gizlerini çıkarmaya yöneliktir. Bir havuz problemini çözer gibi önce ayrıntıları ayıklamak ve belirlemek gerekir. Bunun devamında ise bu ayrıntıların ne anlama geldiğini bilmek ve sonrasında da çözüm için bir yol saptanmalıdır. Resimlerin yansıttığı ve içerdiği tüm unsurlar soyut ağırlıklı olduğundan nesnel bir yanıt aramak gereksizdir. Soyutluğun kendi içselliğine dönerek yapılacak zihinsel bir okuma ve bellek katkısı sayesinde figürlerin, nesnelerin ve şeylerin içyüzleri belirginleşir.
Yorumlama ediminde gölgeler, çizgiler ve ışıklar birbirine karışır, sonuçta belirsizlik içerir ama bu anlayış sadece teknik olarak yansıtılmıştır. Sanatta anlamanın ve yorumlamanın yeterliliği kişinin eğitimi kadar kültür düzeyiyle de ilgilidir. Bir resme baktığınızda tablodaki renkler, çizgiler, figürler, nesneler arasındaki ilişkiyi çözebilmek için göstergebilim ağırlıklı da düşünmelisiniz. Sanatçının resimde neyi gösterdiğini ve gösterilenin ne olduğunu anlamalısınız. Bir renkle, bir çizgiyle ya da bir figürle anlatılmak istenen düşünsel olarak yakalanabilirse resmin bütünselliğine ulaşabilirsiniz.
Ender Dandul resimleri salt sanatsal açıdan değil bilimsel (gösgergebilim, zihin, fizik, matematik…) gibi konularla da yakinen ilgilidir.
6. SONUÇ
Santıçı Ender Dandul’un mistik, felsefi, maneviyat ve masalımsı unsurlarla süslediği resimleri dikkat çekicidir. İnsanın egosu, benliği, belleği ve zihinsel algılama süreçlerinde yer etmiş tüm duygularına yöneliktir. Resimlerdeki lirik ifade biçimleri, bir kaçış-kovalayış, boşluklar ve gölgeler, renk ayırımları, figürler ve nesneler arasındaki gerilim bunu yansıtmaktadır. Sanatçı resimlerinde edilgin ve edilgen olanları ustaca bir kompozisyon yaratarak temanın içinde gizlemiştir.
Resimlere bakan bir izleyici açısından salt estetiksel bir göze hoş görünme yoktur. Bununla birlikte kendi benliğe yönelik bir arayış söz konusudur. Karşısındaki resme baktığında hem zihinsel algılama hem de bellek katkısı ile çözümlemeye başlar. Baktığı resmi çözümlerken bir iplik yumağını açar gibi düşünür. Her bir iplik bir diğeriyle bağlantılıdır ve bu böyle devam eder…
Santaçı Ender Dandul, kendine özgü bir resim anlayışı geliştirmiştir. Özellikle beslendiği kaynak bir hayli eski hatta kadim döneme kadar uzanmaktadır. İnsanın primitif dönemden günümüze kadar yaptığı bu bilişsel süreçte yaşadıkları, biriktirdikleri ve geliştirdiklerini resim sanatıyla anlatmaya çalışmış. Sanatçının bu son dönem resimlerinde genel bir atmosfer içinde çoklu özne söz konusudur. Birden fazla ayrışma, tamamlama, bütünleme kişiliğin içinde gizlenmiş olan duygular ve düşünceler hatta anılar birer birer kendini göstermeye başlar. Resimden size yansıyan ve böylece karşınıza çıkacak olan bu gizemlerin tabanı masal, gelenek, mitoloji, el becerisi, zihinsel algılama, psikoloji, felsefe ve estetik bir dile donanmıştır. Ruhunuza bir ayna tutmak isterseniz Ender Dandul resimlerine bu gözle bakmalısınız…
7. KAYNAKÇA
• Tanrı Mitleri, David Leeming-Jake Page, Çeviren: Berna Asuman Uzun, Say Yayınları, s.15, 2021
• Aurelia, Gerard de Nerval, Çeviri: Seçil Kıvrak, Kolektif Yayınları, s.62, 2018
• Resim Sanatında Çizgi ve Çizgi Ritmi Üzerine, Dr. Mehmet Özkartal, Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel sanatsal Fakültesi Doğu Kampüsü, Merkezi Derslikler, Çünür- Isparta, 2009
• Resim yüzeylerinde Teknoloji Destekli Hazır Doku Kullanımı, Aylin Özkan, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Resim Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, 2018
• Renk Teorilerinin Yansımaları ve Resim Sanatı Üzerine Değerlendirmeler, Öğr. Gör. Dr. Zuhal Başbuğ, Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
• Tzvetan Todorov, Ya Sanat Ya Hayat, Türkçesi: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, 2016