Aramıza giren o yoğun sağnağı biliyorsun. Hiç olmazsa bir kere göz ucuyla da olsa karşılaşmalıydık. Bir kaç sade fakat samimi cümle sarfedebilmeliydik. O zaman bunların hiç birisine gerek kalmazdı. Çünkü ikimiz de sükûna kavuşurduk. Vatanımızdan kopup bilinmez diyârlara sürüklenmezdik.
Hatırlıyorum da hantal cümlelerle ayrılmıştık. Önce birbirimizi derin nefeslerle içimize hapsetmiş; ardından yüzlerimize buzdan maskeler takarak elvedalaşmıştık.
Ayrıldık ve kalabalığa kapıldık. Ayrı mecralara düşüp farklı maceralar yaşadık. Bütün olan-bitenden sonra evinde bana bir kapı aramak elbette hataydı. Yine de mecnun misali yedi iklimi dolaştıktan sonra yapacak başka bir şey, gidecek başka bir yer bulamadım. Yüzümü evine doğru çevirip yürümeye başladım.
Yol boyunca anılarımızı düşündüm. Ne kadar karman çormandılar. Hiç biri yaşandığı gibi kalmamıştı. Hepsi iç içe geçmiş, değişmiş, bazıları eksilmiş, bazıları da çoğalmıştı. Onları teker teker net olarak hatırlamayı isterdim. Bunu başaramamış olmak beni çok korkuttu. Demek ki geçen onca sene içinde seni anılarımda imha etmiş ardından da keyfimce tekrar kurmuştum. Bu durumda sana gerçekten kavuştuğumda dahi beynimde kurduğum “san”a ulaşamadığım için mutlu olamayacaktım. Yine de bir kez yola düşmüş olmanın verdiği kararlılıkla içimdeki sesi susturdum. Kendimi sadece yürümeye ve içinden sana geliyorum cümlesini tekrar etmeye verdim. Günler boyu süren yürüyüşten sonra uzaktan evinin duvarları görünmesiyle heyecanla koşmaya başladım. Bu koşu, kapını duvarla ördüğünü anlayıncaya kadar sürdü. Şimdi yapacak tek bir şey kalmıştı. O da beklemek. Eski kapı olan duvarının önünde bir baraka inşa edip orda beklemeye başladım. İnanıyordum ki, o duvar tekrar kapı olacak ve sen de orda eşikte durup beni çağıracaktın. Barakamda elimden gelen tek şeyi yaptım. Yıllar boyu vaktimin çoğunu duvarını seyretmeye ayırdım.
Bir gün gözümü duvardan ayırdığım nadir vakitlerden birinde, ilerdeki o ihtişamlı çınar ağacının gölgesinde dinlenen bir adam gördüm. İçimde yükselen önleyemediğim bir hisse mağlup düşüp onun yanına gittim. Adamın şaşkın bakışları arasında ona senin öykünü anlattım. Arkasından bir başkasına. Beni dinleyenler giderek çoğalmaya başladı. Onlara öykünü her defasında başka başka kelimelerle anlatıyordum. Hiç kimse aslında hep seni anlattığımı bilmiyordu.
Zaman zaman susuyor; başka insanların anlattığı öyküleri dinliyordum. Onlar seni tanımıyorlardı fakat dinledikçe hissediyordum ki onlar da hep seni anlatıyorlardı.
Yalnız kaldığımda da barakama çekilip, duvarını seyrediyordum. Bazen çınar ağacının altında bir kaç kişiyi beklerken buluyor; hemen onların yanına giderek seni anlatmaya başlıyordum. Onlar da bana kendi hikayelerini anlatıyor sonra da gidiyorlardı. İşte günlerimi böylece hikâyelere ve duvarını seyretmeye adamıştım.
Günler sonra barakamda duvarını seyrederken duvarın uzun zamandır beklediğim gibi tekrar kapı oldu. Sen eşikte yağmurdan önceki halinle belirdin. Ayağa kalktım. Sana doğru koşarken birder çınar ağacının altında birini farkettim. Sen bana gel diyordun. Sınavını geçmiş sana kavuşmak üzereydim. Oysa çınar ağacının altındaki adam da besbelli beni bekliyordu. Besbelli bir hikâye anlatmaya ve bir hikâye dinlemeye ihtiyacı vardı. Durdum. Geriye döndüğüm an kapının tekrar duvarlaştığını hissettim. Yine de yürümeyi sürdürdüm. Çınar ağacının altına varıp oturduğum zaman anlatmaya başladım. Bir aralık gözüm duvarına ilişti. Orda bir kertenkele güneşleniyordu.