Kim ne derse desin hayatın en ciddi eylemi düşünmektir. Bana böyle bir yargıyı söyleten de yine hayatı aktiviteler içerisinde en yükseğe yerleştirdiğim bu düşünce olgusudur.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz diye sormayacağım. Bir türlü endişeye dönüşmeyen taşıyageldiğiniz şeyler hayatınızın önem sıralamasını yeterince ortaya koymaktadır. Yok canım, hemen alınganlık göstermeyin. Düşünceleriniz düş gücünüze mi katkıda bulunuyor yoksa yerinizi yadırgayıp durumunuzu değiştirecek atılımı yapmaya mı? İşin içinden çıkamadınız değil mi?
Görünen o ki, en özgür konum ve koşullara sahip düşünce yetimiz de esaret altında. İnşa ettiğimizi sandığımız düşünce malzemelerinin bir çoğu bizim değil. Bize ait olmayan sözcüklerin oluşturduğu fikir dünyası dışarıya yönelik bir tazyik yapmadığı için hiçbir zaman aksiyoner özellik arzetmiyor. Estirdiğimiz bütün bu beyinsel fırtına, sorulunca söylemek maksatlı bir düşünce taşıyıcılığıdır. Efkarın sağa sola savruluşundan ibaret beyhude bir devinimdir.
Kur’an-ı Kerim’in müteaddid ayetinde geçen; “ düşünmüyor musunuz?” sorusunu “ bütün zihinsel gayretinize rağmen düşünme ciddiyeti taşımıyorsunuz” şeklinde de anlamak mümkündür. Konuşma ve yazma yanlışından daha önemlisi bu düşünsel arızalardır. Zira, eğri bir cetvelle nasıl doğru bir çizgi çizmek mümkün değilse, yanlış konumlanmış düşünsel dizgeden sağlıklı bir eylemin sadır olması da beklenemez.
Düşünmek var oluşumuzdan emin olmanın, ontolojik gerçekliğimizin yegane vasıtasıdır. Düşünmediğimiz anlarda insiyaki bir sürüklenme, içimizde büyüttüğümüz uçurumdan trajik bir yuvarlanma yaşarız. Yerle ve gökle sabitemiz bu düşünsel denge sayesindedir. Bu iç organizasyon ve muvazene olmasaydı var olduğumuzu bize kim haber verebilirdi?…
Yokluğun yanımıza sokulurcasına dokunulur hale gelmesi de iç merdivenlerini kullanarak kendinden aşağıya inmek yani sadece düşünmekle mümkündür. İnsan adem (yokluk) den kurtulup eşyanın isimlerini sayarak Âdem haline gelmesini böyle bir uyanış (idrak)a borçludur.
İnsan bulunduğu noktayı terk etmek ve terk etme gerekçelerini başkalarına da taşımak için düşünür. Taşınmayla bitmeyen düşünmek sadece boşluğa doğru zihinsel bir akıştır. Bu akışta bir arayış ve bir buluşma yoktur. Halbuki her düşünen kişi kendini “ev”in dışında hissettiğinden bulunduğu soğuk ve dağınık ortamdan yeni değişmez bir düzene taşınmayı arzulayıp hedefler.
İsabetli taşınmalarla neticelenen düşünceler bir daha kendilerine ihtiyaç hissedilmeyecek şekilde pratik değer olarak kalırlar. Böyle bir pratik değerle sonuçlanmayan düşünce hantal bir sessizlikten başka bir şey değildir. Fikir ile aksiyon arasındaki ilgi neyse düşünme ile taşınma rasındaki ilgi de odur. Mekke bir düşünme medine bir taşınmadır. Hicret bir düşünme Mekkenin fethi bir taşınmadır. İntifada bir düşünme şehadet bir taşınmadır.
Taşınmamak şartıyla düşünmemize göz yumulduğu bir çağda yaşıyoruz. Düşüncelerimizin rezervlerini oluşturan muhtelif kitaplar adeta üzerleri arandıktan sonra, tesirsiz hale getirilerek okuyucuya sunulmaktadır. Kitaplar, sayelerinde düşünüp taşındığımız vasıtalar olmaktan çıkarak kafamızda ve yanımızda bulundurup taşıdığımız nesneler haline gelmiştir. Düşüncelerimizin gösterdiği adrese taşınmaya ne cesaretimiz ne cüretimiz ne de kuvvetimiz kalmıştır. İyisimi sımsıkı yapışın peşin fikirlerinize, veresiye düşüncelerden ve vadeli taşınmalardan başınızı kurtarmış olursunuz. Erbab-ı kaleme gelince; onlar da nasıl olsa düşünmek suretiyle taşınamayacaklarına göre “yazmak yola koyulmaktır” diye avunmaya devam etsinler.
Sana gelince ey okur, kimbilir belki de zihnini dört bir yana savuran yanlış ve dağınık gündemlerden dolayı verdiğin hiçbir adreste yoksun, sana ait bütün telefonlar meşgul çalıyor! Bakıyorum ki düşündüğüm yerde de izin yok. Bu düşünsel kışta ve kıyamette gideceğin hiçbir yer yoksa , o halde düş peşimize, adımlarımızı, satırlarımızı izle. İçeriye girmek istiyorsan, hiç düşünme, anahtar paspasın altında!