Mavi, beyaz, siyah arabalar, kırmızı ve kavuniçinin değişik tonlarına boyanmış bir-iki traktör, kamyon geçti önünden. Önceki hafta da -yine Pazar günü – böyle bir konvoy gördüğünü hatırlayana dek alnı kırışıklardan kurtulmadı.
Hep çocuklara sorardı. Arabaları gösterdiğinde ”Mehmet Emmi’nin kızı” demişti çocuk başka açıklamaya gerek görmeden. Bir de damadın adını mı söylemişti neydi?
Gözleri ilçenin bir ucundan diğer ucuna uzanan bozuk asfalt yola kaydı. Uzunca bir kavisin etrafına sıralanan evler yemyeşil ağaçların göz aldığı bir yere kadar yolu gizliyordu.
”Sağa sola sapmazlarsa beş dakika sonra Suçıktı’dalar.”
Kulak tırmalayıcı pat-patlar çıkaran köhne bir traktörün üstüne kurulmuş komutan edalı bir yeniyetme, geç kalmanın telaşını gizlemeye çalışarak geçti.
Düğün alayı mesire yerine gidiyordu.
”Buranın kızları hep erkekleşmiş abi. Evleneceksen bir kasabaya, bir küçük yere gidip orda evleneceksin.”
Okuldayken gülerdi arkadaşının sözlerine. Kızların erkekleşmesi falan pek umurunda değildi de, küçük yerleri kendine yakıştıramazdı.
Bir kapının kapanışını, bir ağlama sesinin azalışını duydu. ” Hem ağlarlar, hem giderler.” Dedi yüksek sesle. Sonra duyan var mı diye kaçamak gözlerle bakındı etrafına.
Böyle yol kenarında durup düğün konvoyu izleyeceği hiç aklına gelmezdi.
Meydana doğru yönelmeden son bir defa arabalara baktı. Suçıktı’yı geçmişlerdi. Onun düğününde de böyle bir konvoy olurdu herhelde. Omuz silkip döndü, yürüdü.
Kahvede bir sessizlik vardı. Dışarıda rüzgar esmiyor, yapraklar hiç hışırdamıyor, televizyondaki adam bile çekine çekine konuşuyordu sanki.
Ses çıkarmamaya çalışarak bir sandalye çekip boş bir masaya oturdu. Eliyle ‘bir’ işareti yaptı kahveciye. Şişmanca bir adam olan kahveci küçük bir tabureye çökmüş, başı ellerinin arasında dalgın dalgın ona bakıyordu.
Herkes kendisini izliyormuş gibi bir hisse kapıldı birden.
”Bir çay ver!” diye seslendi. Kollarını masaya dayarken masa sinir gıcıklayıcı bir ses çıkardı. Dirseklerini yavaşça çekerken aynı ses tekrar kulakları tırmaladı.
Bir yerlerde bir şeyler yırtılmıştı. Kahveci hızlı bir hareketle kalkıp ocağa yöneldi. Dışarıdan havlama sesleri geldi, yaklaştı, yaklaştı ve gitti. Spiker heyecanlı bir haberi anlatmaya koyuldu. Yanındaki masada oturan ihtiyarlardan biri soğumuş çayını kaşığı bardağa vura vura karıştırdıktan sonra konuştu:
— Yaa Halil Çavuş, bu dünya böyle işte… Macır Memet’i de gönderdik, üçümüz kaldık. Şimdi sıra kimde Allah bilir.
Genç öğretmen o zaman hatırladı. Suçıktı’yı geçince az ilerde mezarlık vardı. Masaya sıraladığı küfürleri en güzel yerinde kesti.