Deniz nedir hiç bilmezdim. Babam Almanya’daydı ve annem onun kendisini bir gavur karısı için terk ettiğini benden gizlerdi. Zaman geçmek bilmezdi. Televizyonda Johnny Weismüller’in Tarzan adlı filmini seyrederken Tarzan’ın timsahı ufacık bir bıçakla alt ettiği sahnede içimde çakan şimşeğin verdiği güvenle, “babam asla dönmeyecek değil mi anne?” soruma annem yüzüme çarptığı tokatla cevap verdi. Ağlamadım. Çünkü kendim; büyümüş hissediyordum.
Hayatımda daha önce deniz görmemiştim. Sapanımla mahallemizde Fenerbahçe’yi tuttuğunu bildiğim kişilerin camlarını kırardım. Dobiş’in bahçesine gidip elma çalardım. Dobiş’in dobermanları beni yakalayamazdı. Uçurtmalara taktığım jiletlerle diğer bütün uçurtmaları alaşağı ederdim. Akşam eve dönmek benim en güç işimdi. Marifetlerimin en az biri eve ulaşırdı. Dayağımı yer, mışıl mışıl uyurdum. Bunu sabahın çabuk olmasından anlardım. Evimizde daha önce kimse denizden bahsetmemişti. Kızkardeşime dünür geldiği günün gecesi evin tuvaletinde gizlice sigara içerken beni Halil yakaladı, kulağımı bütün gücüyle çekip “artık senin eniştenim, bir daha seni böyle yakalarsam eşek sudan gelinceye kadar döverim” dedi. Eniştem Fenerbahçeliydi, o gece evden gizlice sıkıp sapanıma fazla mesai yaptırdım. Dobiş’in bahçesindeki dobermana da iki iri taş attım. Eve döndüğümde annem sabah namazını kılıyordu.
Size daha önce hiç denizi görmediğimi söylemiş miydim? önünden geçtiğim sinemada asılı Tarkan Vikinglere Karşı filminin afişini görünce cebimdeki yarım kilo et parasını gişeye verip bir bilet aldım. Filmi seyredip sinemadan çıkınca şehre gecenin çöktüğünü görüp evde beni bekleyen akıbeti anladım ve o geceyi mahallemizdeki caminin bahçesindeki mezarlıkta geçirdim. Sabah sanki hiçbir şey olmamışçasına eve döndüm. Ağlamaktan harap olmuş annem bana sarıldı. Biraz sonra da eniştem gelip bana unutamayacağım dayaklarından birini attı. Kendi kendime nasılsa sapanım var dedim. Daha önce denizi hiç görmediğimi nereden bildiniz.
Kovboy filmlerinde gönlüm hep Kızılderililerden yana çarptı… Her galibiyetten sonra çığlık çığlığa “gassaray” diye bağırdım. Sapanımı hep Fenerlilerin aleyhine kullandım. Dobiş’in Galatasaraylı olduğunu öğrendikten sonra bir daha bahçesinden elma çalmadım. Hatta dobermanlarına da taş atmadım. Okula başladığım sene Almanya’dan bir bayram tebriki geldi. Annem o gün bildiği bütün bedduaları okudu. Gerçekten de daha önce hiç görmemiştim. Bir sabah uyanınca içerden babamın sesini duydum. Annemle tartışıyordu.
Anneme beni Almanya’ya götüreceğini, kendisine kimsenin mani olamayacağını söylüyordu. Pencereden gizlice kaçtım. Nereye gidebileceğimi bilmiyordum. Zaten gidebileceğim bir yer yoktu. Saatlerce yürüdükten sonra yorgun düşüp, kuytu bir yerde dinlenirken eniştem beni buldu. “Gitmeyeceksin” dedi bana, “kimse seni bir yere götüremez.” Oysa daha önce denizi hiç görmemiştim. Gördüğüm en derin mavi gözlerin. Bir çay ocağında iki ıhlamur arasında tanışmıştık seninle. Elinde Sana Gül Bahçesi Vadetmedim isimli roman vardı. Saati sordum, yok dedin. Ben en hüzünlü günlerimi hikaye kılığında önüne serdim. Sense yıllar sonra anlattın işin eğrisini doğrusunu. Oysa vakti gelince söylenmemiş doğrulara eğrilik karışmaz mıydı?
Deniz mi? Hayır… Onu daha önce hiç görmemiştim. aslında ben çocukluk nedir bilmedim. Bütün bu anlattıklarımı zaten hep başkalarından dinledim. Onların en temiz gerçekleri benim kirli kurgularımın elinde yalanlaştı. Oysa editörüme ilişikte yolladığım kısa notta “sevgili editörüm” diyecektim, “gönderdiğin bu daktiloyla çok güzel hikayeler yazacağım.” Kıymetli editörüme güzel bir bahar sabahı uyanıp da ağaçlarda çiçekleri gören delikanlının coşkusunu anlatacaktım. Bu coşkuyu gölgeleyen kuşkuları. Delikanlı hiç olmazsa bahara gölge düşürmemeliydi. Çünkü hayat gibi faniydi bahar. Israr etmeyin lütfen.
Denizi daha önce görmedim dediysem görmedim demektir. Hem size niye yalan söyleyeyim? “Bir Yalanın Anatomisi” başlıklı yazıyı ben yazmadım Hakim Bey. Yayınlanan yazıda benim imzamın olması bu gerçeği değiştirmez. Mürettip hatası yüzünden beni mahkum edemezsiniz. Ben kendi halinde bir yazarken nasıl olur da başkasının yalanlarını ipe çekip halka seyrettireyim. Neyse, boşverin Hakim Bey. Çünkü o yazıyı benim yazmadığımı ispatlayabilirsem, bu sefer de o yazıyı yazmadığım için, okurum tarafından mahkum edileceğim. Kırk satırlık yazı için sayıları dördü bulmayan okurlarımı kıracak değilim Hakim Bey. Hükmünüzü verin. Hepimiz rahatlayalım. Kabul etmelisiniz ki denizi daha önce görmemiştim.
Şimdi oturup bugüne değin kaleme aldıklarımın hepsini tekrar yazmazsam büyük yalanın adi bir ortağı mı olurum? Onca samimiyet heba mı olur? Evet, denizi daha önce görmemiştim. Ancak, Hakim Bey diyor ki “denizi görmemiş olmak mahkumiyete engel bir mazeret teşkil etmez.” Oysa kıymetli editörüm beni uyarmıştı. Denizi görmelisin demişti bana. Sonra bu sözlerimi hatırlasan da iş işten geçmiş olur. Denize daha önce gözükmemiştim. Evet, deniz nedir bilmezdim… Hiç olmazsa daktilomda ünlem işareti bulunmadığı hakikatini dikkate alın.