Gözünü seveyim; insan yazar olunca, derdine derman aramaya görsün, o dünyalar güzeli Türkçe’de buluyor. Herkesin yari kendine, e, ana dilimiz Türkçe ya, biz de acıktığımızda, susadığımızda onun bereketli memelerine koşuyoruz. Korktuğumuzda etekleri altına saklanıyoruz. Canımız yaramazlık çektiğinde her teline dünya feda olası saçlarını çekiştiriyoruz. Şımarıyoruz; dalından inmiyoruz. Kızdığımızda onun “diliyle” kalaylıyor, onun ağzıyla ve argosuyla konuşuyoruz.
Başımız sıkıştığında, Tanrım, iyi ki Türkçe’yi yarattın, diyoruz. Dil çıldırtıyor şairi, “uçamadığı yerde uçuruyor kuşların”, sözcüklerden adalar, kimsenin uğramadığı uğultulu ormanlar, denizcilerin bilmediği limanlar yaratıyor…
Türkçe’ye bakıp da çıldırmamak elde değil; hoş, bakmasak da çıldırıyoruz.
Türkçe fakiri “yıldız”larımızı görünce, çıldırasımız geliyor.
Çocuğumuz, biz onu türkülerle büyütsek de, tepine tepine “çıldırmaya az kaldı” şarkısını söylüyor.
Sevgilimizin yeşil gözlerinde çıldırtan bir anlam dalgalanıyor; o dalgaya kapılıp yeşil denizlerin ürperten enginliklerine açılıyoruz.
Çılgınlar eğlenmiyor da, ne oluyor bu insanlara anlayamıyoruz; çılgınlar gibi eğleniyor. Çılgınlar bir türlü eğlenemedikleri için çılgın oluyorlar.
Bahar gelince ilk önce erik dalları çıldırıyor; öfkemiz “çiçekli dallara dönüyor”, çiçek çıkarıyor sevincimiz. Çağrışımlar bir çılgınlık yapıyor; “dağlar çiçek açar Veysel dert açar” dizesi, yüreğimizin başında yılkılar koşturuyor, çılgınca.
Ülkemin cesur çocuklarına “çıldırmış bu” gözüyle bakıyoruz; damarlarında dolaşan zehirli ırmaklardan haberimiz olmuyor.
Memleketin doğusunu Fizan sayan okumuşlarımızın bir kısmı, bir aksilik çıktığında tayinimiz Çıldır’a çıkar korkusuyla çıldırıyor.
Delirmek, üşütmek, kafayı yemek, tahtası eksik olmak… cümlesi bir araya geliyor; çıldırmak’ın omuzlarına yetişemiyor.
Orta yol işimize gelmiyor; çıldırasıya seviyor, çıldırasıya nefret ediyoruz.
Evrenin her noktasında çıldırtan bir güzellik bulunduğunu görmüyoruz; yolunda gitmeyen işlere gönüllü çıldırmak için sıraya geçiyoruz.
Devlet, sıradan çıkanları görünce çıldırıyor, vah, yazık emeklerime diye dizlerini dövdükten sonra “sıra dışı” avına çıkıyor.
Ruh doktorları “çıldırmak” fiilini sevmediklerini söylüyorlar ama çıldıranlardan ekmek yiyorlar.
Bilgeliğin soğuk sularında yıkanarak kendine gelen her adama çıldırmış gözüyle bakıyor milyarlarca göz.
Çıldırasıya kadar canımız çıkıyor. Bir türlü çıldıramıyoruz; kalbimiz çıldırınca aklımız, aklımız çıldırınca kalbimiz akıllanıyor. Acıyı iliklerimize kadar çılgınca yaşıyoruz; dünya bayram ediyor.