“Abi bu akşam meşk var mı?”
Ahmet abinin telefonda sesi her zamanki gibi içten ve muzip :
“Aslında bugün meşk günümüz değil ama Amerika’dan misafirimiz geldi, onun için yapacağız.”
Gülüyor.
“Onu mu hatırladın abi?”
“Neyi?”
“Konyalının sözünü.”
“Ah abim gönlümü okuyorsun, evet.”
“Nasıldı abi, unuttum…”
“Ben senin kestiğini yirim.”
“Hah hah hah. Kim söylemişti abi?”
“Tekel Aboş vardı. Dükkânın adı, Promil Tekel Bayii. Bir gece sigaram bitti. Tam vardım kapatmış gidiyor. Rica ettim. O zaman dedi.”
“Promil mi?”
“Evet.”
“İyiymiş.”
“Abi ilginç bir adam Aboş. Cumartesi günleri açmazdı dükkânı.”
“Niye”
“Öyle duymuştum, annesine çok bağlıymış. Sanırım cumartesi günü ölmüş annesi. O yüzden…”
“Allah Allah, ilginç…”
“Bir de levhası vardı, Cuma akşamları onu mutlaka dükkâna asardı.”
“Nasıl bir şey?”
“Şöyle yazıyordu levhada : “Cumartesi günleri Pazar olduğundan Cuma akşamı araç park edilmemesi rica olunur.”
“Nası yani?”
“Abi cumartesi günleri Pazar kuruluyor sokakta, o yüzden uyarıyor.”
“Hah hah hah.”
“Abim akşam görüşmek üzere…”
“Eyvallah.”
Akşam rüzgâr çıktı, İncek’te durakta 123’ü beklerken rahmet yağmaya başladı. Otobüs gelesiye ıslandım. Resulullah’ı hatırladım. Yağmurun yağdığını görünce, evinden çıkıp bir süre beklemiş, ıslanmışlar. Nedenini soran birine, “onun biatı tazedir” buyurmuşlar. Ayaklarım üşüyünce veya başım ıslanıp hemen kurutulmayınca migrenim tetiklenirdi. Olmadı. Güvenpark’ta indim. Doğruca Sümer-2 sokaktaki derneğe gittim. Ezgi açtı kapıyı. Sinem mutfakta çay demliyordu. Hoş beşten sonra salona geçtik. Ahmet abinin söz ettiği konukla tanıştım. Yetmiş yaşındaydı. İnanamadım. Kırk gibi gösteriyordu. Kumraldı. Gözleri yeşil. Saçları seyrelmişti. Türkçe bilmiyordu. Sinem, “Cemalettin” dedi, “Müslüman olmadan önceki adı : Christopher.” Beni işaret ederek, ona, İngilizce, “bu da Ali” dedi. Ali’yi duyunca gözleri ışıldadı. Sağ elini kalbinin üstüne koydu, saygıyla eğildi. Ben de eğildim. Sustu. Bir zaman öyle sessiz kaldık. “İsa demek ki” dedim kendi kendime. Sinem, “Christopher Müslüman olmadan önce Musevî’ydi. Ailesi Almanya’dan Amerika’ya kaçanlardan. Dinî kimliğini gizlemek için bu adı vermişler.” “Hımm” dedim, gülümsedim. Yere bakıyordu. Tabaka çıkardı iç cebinden. Tütün sarmıştı. İkram etti. “Peki” dedim. Birini çıkarıp öptü, uzattı. Aldım, öptüm. Yaktı. Elimi başıma götürdüm, “eyvallah” dedim. Tanıdık bir sözcüktü sanırım, yine gülümsedi.
Frithjof Schuon’un Gönül Gözü kitabını okuyup okumadığını sordum.
“Ben kitap okumuyorum” dedi.
Şaşırdığımı görünce de, “her sabah uyanıp namazımı kıldıktan sonra öğleye kadar ney üflüyorum. O bana her şeyi anlatıyor” dedi.
Ahmet abi geldi.
Kutbu’n-Nâyi Osman Dede’nin Çargâh âyin-i şerîfini icraya başladılar.
Yakıcı bir şeydi.
Her icrasında yangın çıkarmış.
Bitince, Ahmet abiye, “içim yandı” dedim.
