13’üncü yüzyılda kurulan Český Krumlov, yukarıdan bakıldığında kırmızı çatılarıyla ve kuleleriyle göze çarpan bir Bohemya kasabası.
Krumlov’u ikiye bölen Vltava Irmağı kıvrımlı akışıyla küçük yarımadalar oluşturmuş.
Saptamam doğruysa Eski Kasaba üç yarımadanın üzerinde.
Plešivec, üzerinde dolaşacağım ilk yarımada.
Önemli bir alanı kaplayan Kent Parkı, Cizvitlerin 16’ncı yüzyılda oluşturdukları bahçeye 1908 yılında kurulmuş.
Park’ın içinde biri dinsel, biri ulusal iki yapıtla ilgileniyorum.
Martin Şapeli ve Zafer Anıtı biri yeni, biri dinsel, biri ulusal iki yapıt.
Temeli 1717 yılında atılan Martin Şapeli’nin adandığı kişi, 4‘üncü yüzyılda yaşayan, yaşamı söylencelere karışmış, Hristiyanların aziz saydıkları kişi olsa gerek. Kasım ayının 11’i Martin Günü olarak benimsenmiş.
Zafer Anıtı, faşizmle savaşı ve utkuyu simgeliyor. Kasım ayının 11’inde kutlanan Savaş Gazileri Günü töreni Anıt’ın önünde düzenleniyormuş.
Sinagog, Plešivec’teki dinsel anıtlardan biri.
1909 yılında Yahudi toplumu yararına yapılan Český Krumlov Sinagogu, 1938 yılında kiliseye çevrilmiş.
Sudet bölgesi’nde (Sudetenland) bulunan Kasaba’yı kendilerinin sayan Almanlar 1938 yılından 1945 yılına dek işgal etmişler. Gerçi öyle saymasalardı da işgalin gerçekleşeceği Çekoslovakya’ya girmelerinden anlaşılıyor.
Almanya 2’nci Dünya Savaşı’nda yenilince Almanca konuşanlar Krumlov’dan gönderilmişler. Pirinç umarken bulguru yitirmek durumu! Tapınağın Yahudilere geri verilmesiyse 1990 yılını bulmuş. O yıllarda yenilenen Sinagog dinsel ve sosyal bir yapı olarak kullanılıyor.
Kasabada ayrımsadığım ilk müze.
Bir döneminin belleği Seidel Fotoatelier Müzesi sanata ve tecime katkı veren bir yapı. 1949 yılına dek fotoğraf stüdyosu ve Seidellerin aile eviymiş. İçinde fotoğrafçılıkla ilgili çok değerli araçlar, negatifler, fotoğraflar barındırıyormuş.
Plešivecké Alanı’nda duvarın dibinde bir taş direk duruyor.
17’nci yüzyıldan kalıt. Tanrı’nın İşkencesi (Boží muka) deniyormuş. Çok sayıda Hristiyan beldesinde görülebilen Tanrı’nın İşkencesi anıtları İsa’nın kırbaçlandığı sütunu simgeliyorlar.
Vltava Irmağı’nın iki yakasını çok sayıda köprü birleştiriyor.
Edvard Beneš Köprüsü’nden ikinci yarımadaya geçiyorum.
Burası Eski Kasaba’nın Merkezi. Plešivec’le Latran arasında.
Sağa yönelince uzaktan da seçilen Vitus Kilisesi’nin önüne geliyorum.
Kostelní Caddesi’ndeki çatısı dik, kulesi sivri Kilise, 1407-1439 yılları arasında yapılmış, sonraki yüzyıllarda genişletilmiş, değişiklikler gerçekleştirilmiş. Dinsel işlevi yanında klasik müzik konserleri de veriliyor.
Taş sokaklara açılan taş döşeli Svornosti Meydanı’ndayım.
Birbirlerine bitişik rengarenk tarihsel yapılar çevresinde sıralanmışlar.
Onlardan beyaz olanın zeminindeki müzenin adı ürpertici: İşkence Müzesi (Muzeum Tortury). Görüntüler çok daha ürpertici.
Geçmişi 13’üncü yüzyıla uzanan, zaman içinde yenilenen ilk Belediye Binası’nda şimdi Belediye polisi çalışıyormuş.
Koridorlarında dolaştım, kapılarından baktım; kimsin, ne arıyorsun diyen çıkmadı. Güvenlik kaygısı duymamak güzel bir şey.
Başka müzeler de var: Vitus Kilisesi’nin sol yönünde Kájovská Caddesi’nde ünlü kişilerin heykelleri sergilenen Balmumu Müzesi, onun ötesinde Panská Caddesi’nde 2013 yılında açılan Vltavín Müzesi, Horní Caddesi’ndeki 17’nci yüzyıldan gelen bir yapıda Bölge Müzesi.
Český Krumlov’da neredeyse her tarihsel yapı müze, otel ya da lokanta.
Biraz daha sağa yürüyünce Horní Caddesi’ndeki küçük bir parktan ve ilerisindeki seyir terasından Kale’ye ve diğerlerine bakılabiliyor.
Svornosti Alanı’nın ortasında sütunlu bir havuz.
Veba Anıtı’ymış. Krumlov’u 1680-1682 yılları arasında vuran veba salgınından dolayı. Sütun 1714-1716 yıllarında, çevresindeki altıgen çeşme 1844 yılında yapılmış. Heykellerle donatılmış Sütun’un en tepesinde Meryem Ana.
Meydan’a insanların oturarak dinlenebilecekleri, zaman geçirebilecekleri, ortamı gözlemleyebilecekleri çok sayıla sıra yerleştirilmiş.
Široká Sokağı’nda dönmeyen bir değirmen arkı görüyorum.
Tabelasında Bar Strojovna yazılı kapalı bir yapının eklentisi. Altından kanal suyu akıyor.
19’uncu yüzyılın ilk yarısında yapılan yalnızca yayan ulaşımına açık Lazebnický Köprüsü’ndeyim.
Zaten dolaştığım her sokak, her alan taşıtlara kapalıydı. Tarihsel Merkez’in sokakları, alanları insanların.
Nepomucklu John’un (Jan) ve Çarmıhtaki İsa’nın heykelleri arasından üçüncü yarımadadaki Latrán’a geçiyorum.
13’üncü, 14’üncü, 19’uncu yüzyıllardan izler taşıyan Kale, yüksek kulesi ve içindeki yapılarıyla, avlularıyla, bahçesiyle Vltava Irmağı’yla Polečnice Deresi’nin arasında en yüksek noktada duruyor.
Kale’nin bir parçası olan koruma amaçlı Pelerin Köprüsü 18’inci yüzyıl ürünü. Tiyatro, bahçeler ve avlular arasında bağlantı sağlıyor.
Jošta (Jodoc) Kilisesi, Latrán Caddesi’nde.
Geçmişi 14’üncü yüzyıla uzanan, kulesiyle dikkat çeken bir tarihsel tapınak. Protestan Kilisesi’yken 1787 yılında kapatılmış. Zaman içinde özgünlüğüne zarar verilmiş. Artık bir müze ve iş yerleri olarak hizmet veriyor.
Jodoc, 7’nci yüzyılda yaşayan Breton soylusu. Rahip olmak uğruna varsıllıktan ve unvandan vazgeçmiş.
Latrán’daki diğer anıtlar manastırlar.
14’üncü yüzyılda kurulan manastırlara 17’nci ve 18’inci yüzyıllarda şimdiki biçimleri verilmiş. Clares Manastırı 1782 yılında, Minorit Manastırı 1950 yılında kaldırılmış. Müze yapılan Minorit Manastırı sanatsal ve sosyal etkinliklerde kullanılıyor. Kızıl Yıldızlı Haçlı Şövalyeleri’ninmiş.
Manastır kompleksinin parçası Corpus Christi (İsa’nın Bedeni) ve Meryem Anne Kilisesi’nde dinsel törenler yanında kültürel etkinliklere de yer veriliyor.
Český Krumlov, Orta Çağ’ı günümüze olabildiğince taşımış ama buraya gelenler yalnızca tarihsellerle yetinmiyorlar, Irmağın sunduğu olanaklarla da ilgileniyorlar.
Vltava’nın, Jost Kilisesi’yle Plášťový Köprüsü önünden geçen bölümünde su kayağı yapanları görüyorum. Irmağın her yeri böyle dinginse işleri kolay.