Üzerleri tülbentle örtülen, evlerimizin başköşesindeki radyoların öyküsü.
Ana haber bülteni yaklaştığında sesler gitgide alçalır ve herkes birazdan başlayacak “acans”a hazırlardı kendisini. Kahveci usulca radyoyu açar, radyonun o büyülü lâmbası yandıktan sonra, cızırtılar çatırtılar arasında bir ses asıl tonunu buluncaya kadar gitgide yükselir ve nihayet belirli bir seviyede karar kılardı. Vakti gelince de ana haber bülteni pür dikkat ve sessizce dinlenirdi herkes tarafından.
Bu esnada gözler dalar, dudaklar büzülür, kafalar sallanır, istihza ile gülümsenir, gözler kısılır, sinirlenilir, hayıflanılır ama asla ses çıkarılmazdı. Öyle ki; kahveci bile kimseye çay götürmez, bu sükûtu bozan olursa onu susturuverir, memlekette olan biten havadisi kaçırmak istemezdi. Bu haber saatlerinde, sadece kahveler değil, ev ve işyerleri de aynı sessizliğe bürünür, o mekandaki bütün insanlar topyekûn, sanki sadece bir kulaktan ibaret hale gelirdi. Kahvelerde neredeyse bir sandık cesametindeki radyolardan bulunur ve kahvenin en hatırlı yerine oturtulurdu.
Her önüne gelenin kurcalayacağı bir şey değildi o lâmbalı radyolar, zaten buna kimse de cesaret edemezdi. Radyoyu kullanmayı bilmek lâzımdı. Radyoyu açmak, kapamak kadar uzun dalga, kısa dalga, orta dalga’yı, hangi radyonun nerede çıkacağını da bilmek gerekirdi. Zaman zaman haberlerin sonunda “Seyir, hidrografi ve oşinografi dairesi”nden bir açıklama olurdu denizciler için. Kahvelerde acans sonrası radyo kapatılmışsa, memleket meseleleri üzerinde hararetli tartışmalara başlanırdı.
Bu sandık iriliğindeki radyoların aküleri de (veya bazılarının ifadesiyle kömürleri ki; daha sonra pil için de kömür tabiri kullanılacaktı) kendileri gibi iri olurdu. Arkası yarın ziyaretleri Radyo bulunan evler sahip oldukları bu lüksü konu komşusuyla paylaşmak mecburiyetindeydi. Erkeklerin çoktan işe uğurlandığı ve çocukların okula gönderildiği rahat saatlerde radyosu olan eve “Arkası Yarın” dinlemeye mahallenin neredeyse bütün kadınları kızları örgüsünü oyasını alarak hiç teklifsiz gelir otururdu.
Kâh hicranlı iç geçirişler, kâh meraklı soluklarla bu 20 dakikalık süre beklenir, eğer bir önceki bölümünü dinleyememiş olan varsa bu bölümü diğerlerinden sorardı. Sadece Arkası Yarın değil, Radyo Tiyatrosu da o zamanlar henüz kimseciklerin bilmediği büyük bir “reyting”e sahipti.
Çocuklar ise akşamüstleri 5’e 20 kala başlayan “Çocuk Bahçesi”ni beklerdi. Bizim küçük çıkmaz sokağımızda “Tepedeki Kulübe”, bu Çocuk Bahçesi’nin en merak edilen programıydı. Bir de Pazar günleri Çocuk Saati programına bayılırdı çocuklar. Selçuk Kaskan, herhalde hafızalardadır ve elbete ki efektör Kormaz Çakar unutulmuş değildir.
Sesleriyle Jeyan Mahfi Ayral, Tomris Oğuzalp, Göksel Kortay, Nedret Güvenç ve Yıldırım Önal, Halûk Kurdoğlu, Cihan Ünal, Kerim Avşar, Alev Sezer gibi isimler unutulmazlar arasındadır. Bunlardan bazıları daha sonra televizyonlu dönemlerimizde sadece sesleriyle değil, yüzleriyle de dizi ve filmlerde karşımıza çıktılar.
Yıldırım Önal ve Alev Sezer gibi bazıları da dâr-ı Bekâ’ya göçmüşler, hafızalarda silik sesleriyle kalmışlardır şimdi. O dönemlerin en çok dinlenen programlarından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bankası için Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşlerin hazırladığı “Uğurlugil Ailesi” ve özellikle Tevfik Gelenbe’nin seslendirdiği Dadı yıllar sonra televizyon için çekildiğinde aynı tadı verdi mi bilemem?
Çikolata renkli şarkıcı
O zamanlar da Sezen Cumhur Önal o tuhaf benzetmelerle süslemeye çalıştığı programlarında “Balıkların şarkılar söylediği koyda siz sevenler ve sevilenler için çikolata renkli şarkıcı söylüyor” diyordu. Orhan Boran ve Yuki’si kadınlı erkekli bütün radyo dinleyicilerinin ilgisini çekerdi. Salça Stelyo ve Şişko Nuri’nin hikâyelerini anlatır dururdu Orhan Boran ve Yuki. Yuki bir tavşandı ve daha sonra çizgi romanı bile yapılmıştı.
Tarık Gürcan’ın şiir okumasına bayılırdık. Fakat Baki Süha Ediboğlu’nun hazırladığı yanılmıyorsam “Edebiyatımızın İçinden” gibi bir isim taşıyan programlar o dönem için fazla dinleyici bulmayan programlar olsa gerek. Tıpkı Çigan Müziği, Caz Saati ve Hafif Müzik programları gibi. Bu tür müzik çalmaya başladığında çoğu yüz buruşur ve radyolar kapanırdı. “Şu uzun gecenin gecesi olsam/ Sılada bir evin bacası olsam/ Dediler ki nazlı yarin çok hasta/ Başında okuyan hocası olsam” diye başlayan gurbet kokan türküleri Mustafa Geceyatmaz söylerdi. Musıkî tarihimizde hususi bir yeri olan Sadi Yaver Ataman’ın adı o günlerde radyolarda ne kadar sık geçerdi. Sonra Nezahat Bayram, Muzaffer Akgün, Bedia Akartürk…
Uzun hava olunca Binali Selman yol gösterirdi. Üsküdar Musıkî Cemiyeti’nin hazırladığı “Beraber ve solo şarkılar” yazın akşamüstleri unutulmuş sevdaları Giriftzen Asım Bey’in bir bestesiyle hatırlatır ve durup dururken insanı kahırlandırıverirdi. Bazı zamanlarda Şecaattin Tanyerli’nin tangoları o puslu sesiyle yıldızlı gecelerimize hüzünlü aşkların hicranlarını dağıtırdı.
Liselerarası Bilgi Yarışması Liselerarası 16 soru bilgi Yarışması’nın o zor sorularını hatırlayanlarınız şimdi radyolardan yapılan yarışmalara kimbilir ne gözle bakıyordur.
Daha sonra peşpeşe filmleri çekilen “Keloğlan”ın, ilkönce radyoda Keloğlan’ı Rüştü Asyalı ve Keloğlan’ın Annesi’nin Suna Pekuysal’ın başarılı seslendirmeleriyle sevilir hale geldiğini, Tarla Dönüşü, Halk Hikayeleri gibi programların en az Arkası Yarın kadar dinlendiğini şimdinin büyükleri umarım büyük bir özlemle hatırlayacaklardır.
Cumartesi ve Pazar günlerinin öğle sonraları erkeğin radyoya hakim olduğu sayılı zamanlardandır. Çünkü Beşiktaş’ın Vefa ile Fenerbahçe’nin Feriköy’le ve Galatasaray’ın Beylerbeyi ile maçı vardır. Eğer derbi bir maç varsa Halit Kıvanç işbaşındadır ve maçı radyodan dinlemek en az tirübündeki kadar heyecanlıdır. Halit Kıvanç’ın hele Manchester City- Fenerbahçe maçında Ogün ve Abdullah’ın gollerini bir anlatışı vardı ki, tarifi imkansızdır.
Söz buraya gelmişken Orhan Ayhan’ı ve Necati Karakaya’yı hatırlamamak tam bir vefasızlık olur. Radyomuz önceleri televizyon karşısında sonra da mantar gibi biten radyolar karşısında hayatımızdan çekildi. Eski tadı ne kadar arasak beyhude. Bize o günlerden sadece bir zevk-i tahattur kaldı.
Bu yazı 6.6.1998 tarihli Yeni Şafak’ta “Radyo Günleri” başlığıyla yayınlanmıştır.