Söz mü önceydi, varlık mı? Ne diyebiliriz? Söylenecek şeyler bilinmezi büyütmekten başka bir işe yarar mı? İnsan bir gurbetin, bir garabetin içindedir; her şey insanın dışında olupbitti. Bilinmezin içinde bir kayıptadır insan, hakikat onun gıyabında gerçekleşmiştir. Hakikat gaybtır, insanın gıyabındadır. Burada, bu olmaklığın içinde kayıptadır insan.
Aynının peşinde bir başkalığın içindedir insan. Kendisinin de dışındadır, bu sebeple kendini de bulması, bilmesi gerekir. Başkalık bir olmazlıktır, kendi olmazlık. Şu hâlde insan nedir, nerededir?
Hiç tereddütsüz “Buradayım!” diye seslenebilmeli insan, heyecanla zıplayarak. “Buradayım hey, buradayım!” kendini bulup buradalığın ayrımına varan, sesini ve kelimesini bulmuş demektir. Buradalığına bir kıymet biçebilen konuşabilir, yalnızca onun kelimesi vardır. Ardı arkası kesilmeyen bilgiç konuşmalar içinde kelimesizdir diğerleri. Kelimeler sağanak olup yağsa da üzerlerine, kısmetlerine düşen olmaz. Ustalar çırak oldu ne tuhaf! Dünyayı daha da anlaşılmaz kıldı kelimesiz kelimeler. İnsanlar kendi kelimelerinin, bitmek tükenmek bilmez konuşmalarının selinde boğuldular anlamsızlığı köpürterek. İnsan, kelimelerin de gurbetindedir artık. Var olanlar bozmaya görsün insanın nazarını. Şifayı hastalık gibi görür, hastalığı şifa. Oysa hastalıkla şifa iç içedir. Farmakon. Bir eczadır kelime. Ne durursunuz, dönün kendinize!
Hak etmelidir adını insan. Kendinden geçmeli önce, sonra topraktan ve sudan. Tüm varlığın varoluşları geçmeli tecrübe hanesinden. Ve yerli yerinde olmalı her şey. Değilse yerinde, kelimelerle asli yerine ulaştırılmalı, döndürülmeli evine [te’vil]. Ve susmalı önce. Söz sessizlikte söylenir. Herkes susunca başlar konuşma. Kelime sessizlikte ulaşır kulaklara. Kendine kulak kesilirsen kendini tekrar edersin. Çocuk oyunlarına karışmalı, varlığın seslenişini her daim işitmelisin.
İnsan insan olunca çocuk atılır onun kollarına. İnsanı insana benzetecek olan çocuktur zira. Doğarken attığı çığlıkta gizlidir bu çocuğun. Çocuğu hem bir şey, hem her şey yapmak isteyen, lakin ne her şey, ne de de bir şey de yapabilen anne-babasının yaşam telaşları karşısında kaygısız bir sükûnetle oyununu sürdürür çocuk. Büyüklerde eksik olan her şey çocuklarda vardır. Çocuk, hemen kapının arkasında. Büyüklerin yanlış telaşlarda insanlığını yitirişinden kaçıyor çocuk. İnsanlar nereye gitti çocuklar? Geriye kalmış nesnas. Nesnas nedir? İnsana benzeyip de insan olamayanlar. Bakırdan tırnakları var büyüklerin, konuşmak için nedenleri. Hakikate sahiplermiş gibi düşmüşler söze. Biri uzaklaşmaya görsün taşlar uçuşuyor havada. Hedefi şaşırmıyorlar. Bir poligon yeryüzü. İç içe daireler herkesin sırtında. Bu yüzden yüze karşı saklanıyor silahlar. Toprağa değil tebessümlere gömülü. Ta ki gözden kaybolana kadar gölgeler. Cevaplar uzaklaştı, meydanlar boşaldı madem kurulsun mancınıklar. İçlerine en ağır kelimeler yerleştirilsin.
Çocuklar; işte kuşatıyorlar her yanı. Büyüklerin insan olduklarından emin olunca, koşacak çocuklar çınlatarak evreni. Haydi çocuklar, dövün kalelerini dostların! Onurlarında gedikler açın. Ne kadar yaralarsanız o kadar iyileşecekler. Ne kadar eğdirirseniz başlarını o kadar dik duracak başınız. Hem düştüğü yerde kalmayacak sözleriniz. Onur kalesi düşmeyecek, sevgi sarmalayacak her yanı. Bundandır, her dem çocuktur insanın atası; büyükler mahdum. Gündüzdür gecenin gölgesi, asıl gecedir. Nurun gölgesi olmazmış lakin! Gece som aydınlıktır, ayandır. Gecenin karası, bütün karaları bünyesinde toplayan bir siyah ötesidir. Siyah ötesi bu nokta, gecenin karanlığının gündüzün aklığını barındırması gibi hakikatin aydınlık parıltısına, som beyazlığa sahip nokta-i süveydâdır. Göz açılır gece, görüş keskinleşir. Görüşü keskinleşen güzel görür her şeyi ve mutlu olur. Mutluluk kendine getirir insanı, insan sevgiyle sarılır her şeye. Kendin ol, mutlu ol!
Kelimeleri yerinde kullanmalı, yerinden oynatmamalı. Ayarı kaçan kelimeleri yeniden yerine iade etmeli. Kimi kelimeler yalnızca insan davranışlarıyla ilgilidir mesela. Kimi kelimeler cümle varlıkla. Ve bir tek Varlık Veren’e yüzünü dönen kelimeler vardır. Ve insan, insan olarak bulunmalıdır her şeyin ortasında.
Masallarda uyanır insan. İnsanlık masaldan gelir. İnanılmayacak kadar güzeldir masallar. Âlimlerin dürbünü, şairlerin tütünü, tütsüsüdür kâhinlerin. Ne olur, ne olmaz masallarda; çocuklara sor! Sor anlatsınlar sana Eski Ahid’ten: “Ağaçlar arasından bir kral seçmek gerekmiş; ancak ne zeytin ağacı yağıyla, ne incir ağacı inciriyle, ne asma şarabıyla, ne de öteki ağaçlar kendi meyveleriyle ilgilenmekten vazgeçebilmiş; bunun üzerine hiçbir işe yaramayan karaçalı kral olmuş. Çünkü onun dikenleri varmış can yakabilen.”
Dönerken rötatifler haykırıyor editör: “Manşetler değişecek, baskıları durdurun!” ne kadar gazete varsa dünyada. O gün aynı sürmanşetle çıkıyor. Renk renk milyonlarca göz, sığınıyor o kırmızı habere: “Gökten üç elma düştü!”
Çocuklar beni de oyununuza alın! Bakalım iyi bir oyun çıkarabilecek miyim?
Çocuk kapının ardında. İnsana benzeyen nesnas, insan olmak istiyor. Nesnasta eksik olan her şey çocukta var. Kapı görünmüyor çünkü uzak. Büyüklüğünden ötürü görünmeyen her şey gibi dışarıda bırakıyor seni, çırılçıplak. Kapı görünmüyor, çünkü kaybettin “yakîn”i. Adım attıkça geriye doğru gidiyorsun. Aç, kayıp ve yalpalayan bir kalple nereye kadar! Kapının görünmediğini kim söylemiş, sen görmüyorsun. Kapı peşinde, kaçan sensin. Her seferinde seni yere çarpan at, bir kelime bekliyor uçurmak için seni. Söyle artık o kelimeyi başlasın yolculuk.
Şiir bir yolculuğa çıkacak, denklerini şairlere taşıtıyor. Şiir bir yolculuğa çıkacak, deli bir kısrağa ihtiyacı var. “Şair ehl-i dildir.” Şiir, kıldan ince kılıçtan keskin bir hassasiyet gerektirir.
Şiir söylemek hiçbir şey elde etmemiş olmanın delilidir. Şiir bir yolculuğa çıkacak ey şair! ten yolcusu mu, can yolcusu mu olacağı senin elinde!
Kaybolduk dil ormanında. “Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.” Şimdi susma vakti! Güzelce susmalıyız susunca. Susmak, tabiata uymaktan geliyor.
Ah susarak örten hakikatin yüzünü! Tanıklığını bekliyor kâinat. Binlerce yıl geçti Âdem’e kelimeler öğretileli. Anahtarı mı kaybettin? Kır kilidini hafızanın. Şimdi konuşma vakti.
Gündüzün aydınlığı gecenin karasına büründü. Gündüz çoğalıyor gecede. Siyah nokta büyüyor. Bir şeyin bittiğini değil, başladığını gösteriyor bu nokta.
Her şey vardı ve hiçbir şeyin adı yoktu. Kelime[sini] arıyordu kâinat; sesini… İşte geldi vakit. Şair atına binip adını alsın! Her şey adını üstlensin. Bir kelimeye ihtiyacımız var. Bir kelime olmasaydı hiçbir kelime olmayacaktı. Bir kelimeyi anlayabilsek, bütün kelimeleri anlayabilecektik. O tek kelime! TekBir! Bana yeter, bana yeter! “O’nun beni bilmesi bana yeter!”
[*] Bu yazı, A. Ali Ural’ın “Tek Kelimelik Sözlük” kitabının sağaltıcı nefesiyle vuran kalp atışlarıdır.
YitikSöz Dergisi 13. sayıda yayımlanmıştır.