Bu şehirde üzerinde adımın yazılı olduğu bir kapı zili yoktu. Cebimde ise 14 Ocak 1970 tarih ve 1211 sayılı kanuna göre yayımlanan evraktan hiç kalmamıştı. Vaziyet bir parça karanlıktı anlayacağınız…

Sığınamadım bir yerlere. Açıkta kaldım. Bütün şehri sokak sokak dolaşıp, her sabahı başka bankta karşıladım. Uzun acayip rüyalar gördümse de uyanınca zerresini bile hatırlamadım. Kısa anlamsız günler yaşayıp hafızamdan silip attım. Anılarım biriktikçe içten içe zehirlenmekten korkuyordum çünkü. “Ben” bana yük olmamalıydı. Gel gör ki ne kadar kaçarsam kaçayım “Ben”i hep yanımda buluyordum. Kurtulmalıydım kendimden. Mesela onu tanımadığım bir kapıya bırakıp kaçmalıydım. Orta yaşlı çocuksuz bir kadın tarafından bulunup, evlat edinilmeliydi. Tabii ki öz çocuğu gibi büyüteceği, üveyliğinden hiç bahsetmeyeceği “benliğime” isim vermeliydi. Bu ismin Abbas olmasını istiyordum.

Abbas imrenilecek bir çocukluk yaşayacaktı. Annesinin kollarında yaşayıp, çiçekli bahçesinin yollarında koşacaktı. Sevinçle ilkokula başlayacaktı Abbas. Neticede Türk’tü, doğruydu ve çalışkan(mıy)dı. Binaenaleyh Fenerbahçe’yi tutması kaçınılmazdı. “Ali Şen başkan, tazı tut” parolası gereği (maarif matbaasının dalgın dizgicisi ders kitabının her Türk öğrencisinin ezberlemek zorunda olduğu “Ali Şen Başkan FB şampiyon” ile “Tavşan kaç, tazı tut” sloganlarını birbirine karıştırmıştı.) büyüklerinden korkacak, küçüklerini korkutacaktı.

Bu güzel günler çok sürmeyecekti. Çünkü geçmişinde bazı kilitli odaların bulunduğunu sezinlemişti. Mesela komşu çocukların doğumda kesilen göbek bağları Mushaf arasında saklanırken, kendisininkinin Bermuda Şeytan Üçgeni’nde kaybolduğu iddia edilmekteydi. Bu hayat-memat problemini sorunca mazinin gölgelerinin geleceğini tehdit etmeye başladığını anlayan annesi terk edilmekten korkup onu kırk gün kırk gece bir odada hapis tutacaktı.

Abbas bu esnada hafızasına işkence yapıp gerçeği kendisine itiraf edecekti.
Bir yolunu bulup kaçmalı ve bu satırların yazarını bulmalıydı. Ona kendisinin yıllar önce herhangi bir kapıya bıraktığı “beni” olduğunu belli etmemeli, Abbas isminde arkadaşı olmalıydı. Bu satırların yazarı benliğini bütün aksamıyla terk ettiği için Abbas’ı tanımamış olması normaldi. Yine de sebebini bilmeden Abbas’a kanı kaynamıştı. Şimdi günler geceler boyu beraber dolaşacaklar, içtikleri su ayrı gitmeyecekti.

Bir gün Abbas’ın kendi geçmişi hakkındaki sorularından bunalan bu satırların yazarı sudan bir bahaneyle Abbas’tan ayrılıp terk ettiği benliği aramak için yıllar önce onu bıraktığı eve gider.

Evde kadını intihar etmiş olarak bulur. Polis bu satırların yazarını birinci dereceden katil zanlısı olarak tutuklayınca, Abbas da bütün gerçeğin açığa çıkması pahasına onu aklayacaktır.

Yıllar önce bir kapıya bıraktığı “benliğini” tekrar bulan, fakat bulduğu an tekrar kaybeden bu satırların yazarı başından geçen onca vakadan sonra içine daldığı saçma sapan oyunlardan kurtulup, kendisini aradığını hissettiği bu satırların yazarına dahil olmak arasında bocalayacaktı.

İkisi de uzun bir yolculuğun ucunda karşılaşacaklardı elbet. Abbas, Abbas olarak kalmakta ısrar edince, müthiş bir mücadelenin başlamasına yol açacaktı. “BEN” bundan sonra inşa olacaktı belki de… Şimdi fark etmişti ki inşa edilmiş bir ben asla hakiki kimliğin kendisi değildi. Kimlik icad edilen bir şey değildi çünkü. Olsa olsa keşfolunan bir şeydi. Tabii nasipse…

Topu topu hikayeydi kafasında kurup durduğu. Zaten ihmalinden dolayı unutulup gidecek, büyük ihtimalle kimse okumadan (yani hiçbir limana ulaşmadan) kaybolacaktı. Belki de yazarımızın amacı buydu. Kafasındaki hikayeye kağıt üstünde bir şey göstermiş sonra da orda uslu uslu otur vatandaşı rahatsız etme demek için yazıvermiştir. (Ortalık o kadar rahatsız etmeyen şeylerle dolduruldu ki düşüncelerimizi dolaştıracak mekan bulamaz olduk. Mecburen bir hipermarkete gidip sepetler dolusu imaj satın alıp onlarla idare ediyoruz.)

Gerçi hala açıktayım, fakat bu harfler yersiz yurtsuz kalmamıştı ya o da bir şeydi. Rüyalarımı ve günlerimi hatırlama fikri şimdi rahatsız etmiyordu. Şimdi “benliğimi” bir kapı önüne bırakıp kaçmama gerek yoktu. Gönül rahatlığıyla kendime Abbas’ın doğmasına gerek yok dedim.

Canım Kumkapı fırınında pişirilmiş simitlerden istiyordu.