Bir vakittir, tiyatroya götüreyim deyip duruyordu.
Devran dönüyor: Eskiden onları bir yerlere götürmemi isterlerdi. Sonra bağımsızlık yılları erişti, ayrı takıldılar. Şimdi çocuklar beni bir yerlere götürmeyi düşünüyorlar.
Biletleri almış.
Güzel; gereken önemi vermeseydi unuturdu.
Sözünde durur durmasına da unutkandır. Gençliğinin taşkın çağı henüz sonlanmadığından olsa gerek. Unutur ve üzülür.
Çoktandır tiyatroya gitmemiştim.
Yanlış anımsamıyorsam en son izlediğim oyun Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’ydı.
Tiyatronun önüne varınca hep gençleri gördüm. Yaş ortalamasını bayağı yükselttim. Bizde kütüphane sanki yalnızca okullulara açıktır Öğrenciliği bitenin ayağı oradan kesilir! Neredeyse kanıksanan bu durum tiyatro için de geçerli olabilir mi? Piyes saatine doğru, dengim kişiler de geldiler. Az sayıda.
Oyun, Ahmet Mithat Efendi’nin Bin Sekiz Yüz Yetmiş Beş yılında yazdığı Felâtun Bey İle Râkım Efendi adlı yapıtından uyarlanmıştı.
Felâtun’un adı Yunan felsefeci Platon’dan geliyor. Eflâtun diye de biliriz.
Bey, Batılı görünümlüye; Efendi, doğulu görünümlüye uygun görülen bir san!
Bu ayrımcı iki sözcük devlet kurumuna da yerleşecek; bey üst görevdekinin, efendi alt görevdekinin unvanı olacaktır. Hizmetliye, mübaşire efendi; kâtibe, müdüre bey diye seslenilecektir. Ben bu ayrıma karşı çıkarak, hepsine bey demekte ısrarcı davrandım.
Türel Ezici oyunlaştırmış. Levent Suner yönetiyor.
Romanı okumadan oyunu izlemiş oldum.
İki perdelik bir oyundu. Müzikal havası verilmiş. Oyun sıkmadı.
Osmanlı’nın sona yakın döneminde İstanbul’da yaşayan yerli ve yabancı birkaç insanın yaşantısı sunuluyor.
Oyuncular başarılıydılar. Bana göre, Felâtun Bey’i ve İngiliz kız Can’ı oynayan oyuncular biraz daha öne çıktılar.
Râkım Efendi’yi destekledik.
Felâtun hazırı tüketen, Râkım çalışarak kazanan biri.
Felâtun ağustosböceği, Râkım karınca.
Tüm bunlardan Râkımın hep çalıştığı, yaşamasını bilmediği sonucu çıkarılmasın. Diğeri gibi kendisini kullandırmıyor, harcatmıyor. Felâtun, avı sandığının avcısı olduğunu anlayana dek iş işten geçecektir. Hani bir deyim vardır, turnayı gözünden vurmak diye. Yüreğinden avlanan turna kendisi olacaktır.
Eve geldikten sonra romanı okumaya başladım; tat alarak okudum.
Oyunu bir kez daha belleğimden geçirdim; oyunlaştırılırken romandan kopmamaya çaba gösterilmiş.
Rakım Efendiyi destekledik dedim ya, Ahmet Mithat’ın seçimini de bu tip gençlerden yana yapıyor.
Başka bir örnek aramak durumunda kalırsak, Bin Sekiz Yüz Doksan Yedi yılı Osmanlı’sından kesitler aktardığı Jön Türk adlı romandaki Nurullah Bey de Ahmet Mithat’ın sevdiği tiplerden olup, Râkım Efendi’yle arasında kişilik benzerlikleri bulunmaktadır.
Jön Türk’ü bir solukta okudum desem yeridir. Etkileyici bir yapıt. Felâtun Bey İle Râkım Efendi’den çok daha sürükleyici, etkileyici.
Nurullah’ın başından geçenlere benzer durumlar yaşayan, siyasî suçlu sayılarak bedel ödeyen Ahmet Mithat, yaşadıklarını Menfa adlı yapıtında bunları anlatıyor.
İlle benzetmem dayatılsa, oğlumu Râkımâ benzetirim, Felâtun’a hiç benzemez.
Râkım gibi hesap bilir olmasını isterim ve dilerim. Evet, biraz savurgandır.
Oğlumu öveyim derken harcamaya başladım. Kuşak çatışmasının bir yansısı mıdır bu?
Söz uğramışken oğlumu başat huylarıyla tanıtayım.
Sözünde durur, dürüsttür, temizdir, aldatmaz, haram yemez. Haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan hoşlanmaz. İyi ki mi desem, ne yazık ki mi desem, merhametlidir. Hayatının zorlaştırılacağı, değerinin bilinmeyeceği, duygularının sömürüleceği gerçeği…
Ortam, insanı temiz bırakmamakta inatçı. Ancak kirletemediği insan da çıkıyor. Aynı ortam, bu kez temiz durana eziyete başlıyor.
Uyanıklığı, kurnazlığı, çıkarcılığı, bencilliği, aldırmazlığı, vurdumduymazlığı, gerektiğinde hileciliği ve kıyıcılığı; babası olarak öğretmeli değil miydim? Kusurumu, eksikliğimi kabulleniyorum.
Soy bağı nedeniyle kayırdığım düşünülebilir.
Eksiklerini de söyleyeyim.
Biraz alevli diyorlarmış!
Sık değil canım. Bazen sabah uyandığında. Açken. Azıcık sinirlenebiliyor. O da belki. Kaynıyor sonuçta. Bu huyu olmasın isterdim.
Eleştirildiğinde kızdığını söyleyenler varmış!
Çekemeyenlerin yalanıdır. Ayrıca olumsuzlanınca kim kızmaz ki. İnsanlık durumlarındandır. Kırk yılda bir tepki gösteriversin. Gerçi kırkından on beş yıl eksiği var ama olsun!
Dilerim, sevdiğince sevilir. Dilerim, iyilere karışır.

%d blogcu bunu beğendi: