Suya düşen bir yaprağız… Su bir ninniden ibaret, dünya bir ninniden… Bildiğiniz ninni!

Herkes için bir söz var dilimizde; vakti gelince söyleyeceğiz… Her şey için bir söz!

O vakti getirmek dilimizin ucunda: Aya baksak da, aynaya baksak da gördüğümüz aynı. Gözleri giysilerde kalanlar arasından itinayla ayırıyoruz kendimizi. Herkesin binlerce giysisi var. Herkes binlerce giysi! Herkes kendini saklıyor neyi sakladığını bilmeden. Herkes giysilerini kendi sanıyor. Herkes giysiler içinde kayboluyor. Dilimizin giysilerine sığınıyoruz, yalnızlığımıza…

Yalnızlıktan kurtulmak için nice yollar öğütleyen dünyaya sen dişisin diyoruz. Bütün dişiliğiyle kuşatıyor bizi sevgilimiz; bütün dişiliğiyle, nefesimiz kesilinceye, kanımız yılkılar gibi soluk soluğa kalıncaya kadar bizimle oynaşıyor. Kadınların bir ada olduğunu, onlara çekilmemiz, onlara sığınmamız, kendimizi onlarda unutmamızı öğütleyen bilge yanımız da kurtaramıyor bizi yalnızlıktan. Bir kadını bütün yalnızlıklarından kurtarmaya yetecek kadar bereketli olan aşk yalnızca susuzluğumuzu artırıyor; suskunluğumuzu; yani yalnızlığımızı…

Suya düşen bir yaprağız. Gidebildiğimiz yere kadar gidiyoruz. Bu gidebilme eylemini bize su bağışlıyor. Kıyıda, herhangi bir köşecikte ayrılabiliriz ırmaktan. Yem olabiliriz! Muhteşem bir gemi olabiliriz bir karıncaya… Oltaya takılabiliriz… Bunlar bizim suda tek başına, yalnız bir yaprak oluşumuzu değiştirmeye yetmiyor… İyi ki suda bir yaprak değiliz tesellisi yalnızca teselli. Suda bir yaprağız kardeşlerim; çığlığımızı kendimize duyurmakta bile zorlanıyoruz. Suyun sesi kuşatıyor dünyamızı…

Çocuklarız… (yalnızlığımızdan mı yoksa?) bir oyun kuruyoruz kendimize… Bir iş, bir geçim kaynağı, bir yuva, bir çocuk… Tanrım ne yaman oyuncakların var… Bize yalnızlığı unutturmak için şen şakrak yarattığın dünya, doğru, çocuklarının işine ne kadar da yarıyor! Sanki binlerce yıldır bu sürgün yatağında eğleşiyorlarmış gibi, eğleniyorlarmış gibi, giysileri evet yalnızca giysileri eskimeyecekmiş gibi, oyuncakları ellerinden alınmayacakmış gibi yalnızlığın acı tadına varmayacaklarmış gibi yaşıyorlar. Olan bize oluyor kardeşlerim; her saniye tükeniyoruz… Onlar da tükeniyor yalnız, bu tükenişlerini bilmiyorlar. Biz, onların tükenişlerinden sağlam bir tanıklık tarihi çıkarıyoruz; tanıdıkça, tanık oldukça uzaklaşıyoruz dünyadan… tanıdıkça öğreniyoruz dilinin altındaki bakla nedir dünyanın… Tanıdıkça anlıyoruz yalnızlık nasıl bir şey. Bir ada keşfetmek için tehlikeli derinlikleri dolaşıyoruz; aklın kıyılarını yokluyoruz; aşkın ulaşılmaz kıyılarını!…

Bileklerinde karanfil açan çocukları daha iyi anlıyoruz; dalgın sonsuzluk yolcularını. Hayatı büyük bir cesaretle, bilerek unutuyorlar… Bilerek koşuyorlar ateşe. Küllerini elleriyle rüzgara veriyorlar. Tanrım, ne serin bir uykuya ne sıcak bir kapıdan giriyorlar. Yalnız biz kalıyoruz.

Bizli konuştuğuna bakmayın şairin; yalnızca ben konuşuyorum; Mehmet Aycı konuşuyor. Biz de böyle konuşsaydık diye içinizden geçenleri okuyor ve sizi de bu okuma günahına bile isteye ortak ediyorum. Az şey mi, söylediklerimde kendi yalnızlığınızdan bir şeyler buluyorsunuz.