Dalgınlık.
Zarf masasının üzerinde, üstü yazısız.
Bu rüyayı on yıl önce görmüştüm. Şimdi hatırladım.
Söylemiş miydiniz kimseye?
Hatırlamadım rüyayı nasıl söyleyeyim. Şimdi, on yıl önce böyle bir rüya gördüğümü anladım.
Yanılıyorsun.
Yo, kesin.
Yanılgı.
Zarfı açtı. Bir mühür çıkardı. Küçük, deri ciltli hamayılımsı bir yazma. Üç el çizimi portre, bir milyon yıl önce çizilmiş gibi eski.
Yüzüme iyi bak dedi.
Baktım.
Az önce birisi yüzünü çizmiş gibiydi.
Toplayıp zarfa koydu. Tanıdığın bir falcı var mı dedi, ama falcı olmayacak, halden anlayacak, arif olacak.
Birisi vardı. Bilmez gerçi de dedi.
Cümle kurmadım.
Aklımdan geçti.
Peşin kabul.
Güvensizlik.
Acaba rüyayı ben değil de annem mi görmüştü, rüya içinde sanki annem rüyasını bana anlatıyordu, bak burayı kaçırdım.
Zarfı açtı.
Cüzdanından annesinin resmini çıkarıp diğer portrenin yanına koydu.
Oydu.
Üçüncüsü dedim.
Ağzını bozdu.
Lan, dedi, Hazreti Âdem’in resmi bu.
Susuştuk.
Gözlerimle çıkıyorum dedim, kapıyı çekip çıktım.
Ben çıktıktan sonra ölmüş.
Kriz filan yok, oturduğu masada, can çekişmeden, aniden ölmüş.
Avucunda üç resim…
Altı mı?