Çok derinlerden bir ses geliyordu. Gözlerini açmak istedi ama uykuya teslim olmak daha ağır basıverdi, bıraktı kendini. Sesi tekrar duyduğunda, zorla da olsa gözlerini açtı, etrafa baktı, ablaları da uyuyorlardı. Annesinin, pencere kenarında namaza durduğunu fark etti. Onu bekleme süresini uykuda geçirmek istedi, başını yastığa bırakıverdi. Tam uykuya dalmak üzere iken, annesinin herkesi uyandırma telaşıyla yükselen sesinden, o da nasibini aldı. Doğruldu, yorganı attı üzerinden.

-Daha erken anne ya!

-Erken değil oğlum, biz gidip gelene kadar, gün tepeye çıkar. Kat kat giyin, üşüme bak, sabah ayazı vuruverir insanı, ısınınca çıkarırsın.

Annesinin dediklerini yaparken esniyordu. Başlığını giyip dış kapıyı açtı, sabah karanlığı ile birlikte serinliği hissetti.

-Soğuk! Buz gibi!

-İçeriden çıkınca öyle olur, birazdan alışırsın. Hadi gidelim.

Annesi, bir taraftan evde yapılacakları ablalarına hatırlatıyor, diğer taraftan çıkına, üzerine çemen sürdüğü mayalı ekmeği ve bıçakları koyuyordu. Aşağı indiler.

-Sen sepetlerimizi al, eşeği çıkar.

Denilenleri yaptı, eşeğe semeri vurdu, heybeye sepetleri yerleştirdi. Çıkını sepete koyup eşeği bağlayacakları zinciri ve kazığı da aldı. Annesinin binmesi için taşın yanına çekti sonra kucağına atlayıverdi.

-Hala kalkmadınız mı, namazı geçirmeyin, dışarının ışığını da kapatın. Öğlen oldu, biz gidiyoruz.

Annesinin ablalarına uyarıları devam ederken avludan çıktılar. Eşeğin yularını eline aldı. Karanlık aydınlığa evrilirken sabah soğuğu hissediliyordu. Evlerin arasından geçip uzaklaşırlarken her zaman olduğu gibi annesinin sıcaklığına yaslandı. Onunla yolculuk yapmak küçük hayatında, en sevdiği anlardan biri idi. Eşekle üzüm bağına gidip gelirlerken, kucağına oturur, eşeği sürme görevi her zaman kendisinde olurdu. Yaşın verdiği etki ile görevini en iyi şekilde yapmaya çalışırdı.

Üzümlerin ışıl ışıl olduğu günlerdi. Gündüzler sıcak olsa da, sonbahar, sabah akşam varlığını hissettiriyordu. Üzüm bağına erkenden giderler, üzümler gece soğuğunu yiyip, buz gibi olmuşken koparırlar, babasının söğütten ördüğü sepetlere doldurup üzerini yapraklarla örterlerdi. Sabah erken vakitte babasının dükkanına getirmede annesine eşlik etmesi, sonbahar sabahlarının en önemli parçası olurdu. Bağ bozumuna kadar devam eden bu koşturma, evin en küçük bireyi olmasına rağmen, annesini erken vakitte yalnız bırakmamak adına görevi olmuştu.

Kasabanın sonuna vardıklarında, cami ışıkları sabah namazının bitmediğini gösteriyordu. İmamın yanık sesi ile okuduğu ‘’huvallahullezi’’ dışarı yayılırken, annesinin dudaklarından dualar duyuluyordu. Bildiği kadar kendi de duaya katıldı. Son evleri geçip yamacı kıvrılınca, aşağıda çayın sesi duyulmaya başladı. Kasabada en sevdiği yerdi burası. Çayın iki tarafında ceviz ağaçları ile kavaklar yarış eder gibi gökyüzüne uzanırdı. İleride elmalıklar başlar, elma toplama zamanında bağ evlerinde insanlar eksik olmaz, bahçelerde ayrı bir şenlik yaşanırdı.

Çayı geçtikten sonra yamaçlar başladı. Ağaçların ve suyun etkisi ile daha bir serin olurdu burası, hele yamacı çıkıp mezarlığın olduğu tepeye varınca, esinti iyiden iyiye hissedilirdi. Mezarlık kasabanın dışında, yüksek duvarları olan büyük bir alandı. Kasaba ile mezarlık arasında bahçeler bulunsa da, görünürde birbirine uzak değildi. Mezarlığın ana kapısının yanında devamlı akan pınar, yalağa dökülür, insanlar bağına gidip gelirken hem hayvanlarını sular, hem de bidonlarını doldurup ölmüşlerine dua ederlerdi. Eşek yalaktan su içerken, annesi ile birlikte dedesi ve ninesi için ‘’fatiha’’ okudu. Mezarlığı geçince, elma bahçeleri yerini üzüm bağlarına bıraktı. Aralarda ceviz ağaçları ve kavaklar olsa da üzüm bağları, kasabanın en uzağında sükuneti barındırıyordu.

-Üşüdün mü oğlum? Birazdan güneş çıkar ısınırsın, biraz daha hızlandır eşeği.

Annesinin en sevdiği yönü bu idi, denileni yaparken sıcaklığına daha da yaslanıverdi.

-Acıktın mı, ekmek vereyim mi?

-Yok, acıkmadım ama üşüdüm.

Annesi iyice sarıldı. Başlığını kulaklarına indirdi, ellerini avuçladı.

-Sabah ayazı pek vurur insana, dikkat etmezsen hasta eder sonra, az kaldı, birazdan varırız, güneş te çıkmak üzere zaten.

Güneş, dağların arasından ilk gösterisini yaparken, yamaçtan üzüm bağına giden dar yola girdiler. Su arkını takip edip, bir eşeğin geçebileceği kadar daracık yoldan, bağlarına uzandılar. Bağa vardıklarında eşekten atladı, heybedeki zinciri alıp eşeği otların en bol olduğu yere götürüp bağladı. Annesi, çemenli ekmekten verdi, sepetin birini aldı, ekmeği ısırarak peşinden yürüdü. Güneş hafiften ısıtırken, bağın üst tarafından üzümleri yoklamaya başladılar. Işıl ışıl olmuş, koparma kıvamına gelmiş üzümlerin, siyahlısını bir sepete, beyazları diğer sepete doldurdular. Sepete koyma kıvamında olan üzümü gösteriyor, onay alınca dikkatlice kesiyor, sepete yerleştiriyordu. Bağın alt tarafına yaklaşırlarken sepetler doldukça ağırlaştı.

-Serme vakti gelmiş, yarın sermek için gelmek lazım.

-Yine ikimiz gelelim anne! Ben hepsini taşırım.

-Tamam tamam! Sen şimdi sepeti bırak, eşeğe ot yol da giderken götürelim.

Koşa koşa gitti, eşeğin evde yiyeceksiz kalmaması için yeterince ot yoldu. Terlemişti, üstündeki ceketi ve başlığını çıkardı, heybeyi eşeğin yanından alıp geldi, otları altlarına bastırdı. Annesi seslenince, ortasına girdi, zorlansa da getirdi. Heybeyi eşeğin üzerine koydular, sepetleri yerleştirdiler. Sepetlerin üzerini üzüm yaprakları ile örttüler, kazığı çıkardı, zinciri topladı, sepetin kenarına yerleştirdi. Annesi, kucakladığı gibi eşeğin üstüne oturtuverdi, yuları eline verdi.

-Hadi gidelim!

Yukarı yola çıktıklarında, güneş iyiden iyiye ısıtmaya başlamıştı bile. Bağlara doğru gelmekte olanlarla karşılaşıyorlar, her zamanki gibi erkenci olduklarını söyleyenlere annesi, kısa cevaplar veriyordu.

Kasabaya girerlerken kapı önlerini süpüren veya bağına, bahçesine gitmek için hazırlananlar göze çarpıyordu. Çarşıya yaklaştıklarında, annesi kestirme yoldan eve yönelirken, üzümleri babasının dükkanına getirdi.

-Saat yedi buçuk, nerde kaldınız, gelmeyeceksiniz zannettim.

Babası sık sık takılır, annesini yalnız bırakmamasına içten içe sevinirdi. Üzüm sepetleri indirilirken eşeği tuttu.

-Ekmek alacak mısın, bu yeter mi?

Babasının sıcak ekmek alması için verdiği parayı sevinçle kaptı.

-Üstü senin olsun.

Görevi tamamlamanın keyfi ile eşeğe atladı, fırına vardı. Dumanı tüten somunları aldı, birinin kenarından bir parça koparıp ağzına attı. Ağzının yanmasına aldırış etmeden annesine yetişmek için hızla sürdü çünkü gün yeni başlıyordu.