Caddeden geçerken başına taş düşmüş.
Taş onu seçmiş, yoksa ana baba günü cadde.
Gökten yağdı desen değil.
El büyüklüğünde.
Duvardan da kopmamış ama birisi mi atmış, birisi mi düşürmüş, düşmüş işte.
Yığılıp kalmış.
Hastaneye götürmüşler.
Sağlığı iyi de, bütün bildiğini unutmuş.
Yazısız kâğıt.
Alışkanlıkları dışında her şeye hayret ediyor.
Tek kelime bilmiyor.
Alışkanlıklarına da hayret ediyor gibi bakıyor.
Bir yıl sonra hatırlamaya başladı.
Yalnız, onun hatırladıklarını akrabaları hatırlamıyor.
İçinde gizli saklı, konuşmadığı, konuşamadığı, korktuğu ne varsa, ne biriktirmişse, ayıp günah bilmeden, onları hatırlıyor.
Beni gördü.
Önce tanımadı.
Şakağımdaki yara izine bakınca gülümsedi.
Ayva!
Ayva, ayva, ayva ne ola ki derken aklıma geldi.
Öyle ya, çocukken ayva çalmıştık bahçeden.
Bir süre böyle devam etti.
Sonra eski haline döndü.
Yazarlığa merak sardı.
Eskiden kimseye anlatmadıklarını, içinde sakladıklarını, taş düştükten sonra nekahet döneminde hatırladıklarını roman diye yazdı.
Kitapları çok sattı.
Programlar, imza günleri filan derken, yüzü tanındı.
Meşhur oldu.
Önce semtini bıraktı.
Sonra karısını.
30 yıl bir azize gibi hiç şikâyet etmeden ona katlanan, hastalığında her hizmetini gören üzerine titreyen karısını…
Bugün Narkotik operasyonunda yüzünü kapatan şu pembe gömlekli var ya, haberlerde, işte o.
Kullanıcı diyorlar.
Öyledir.