Sulu göz ve güzel bir kızdın.
Hâlâ da öylesin.
Orta yaş da kendine getirmedi seni.
Sulu gözlülüğün de hep kendinle ilgili.
Dünyanın kalbine hançer saplansa bana mısın demezsin, eline diken batsa kıyameti koparırsın.
Çocukken saçların kıvırcık değildi. Olsun, ona da ağlamıştın.
Saçların kalçalarına indi.
Kuaförde kazara yaktılar, ona da ağlamıştın.
Gidip en sarışınından bir peruk aldın, gerçeğini aratmayan.
Ona da ağlamıştın.
Saçların tekrar uzadı, tararken eskiyi hatırlayıp ona da ağlamıştın.
Birisi dönüp baksa bu güzelliğimle evde kaldım diye ağlardın.
Birisi dönüp bakmasa ben güzel değil miyim niye bakmıyor diye ağlardın.
Birisi çok güzelsin dese bana laf attı diye ağlardın.
Sonra da niye adama teşekkür etmedim diye ağlardın.
İnsanların ağlamaya değer görmediği durumlara ağlar, içlerinin kan ağladığı durumlarda gülümser geçerdin.
Senin de imtihanın bu.
Hâlâ öylesin.
Birazcık kilo verince tüye döndüm diye ağlarsın, birazcık kilo alsan şişmanladım diye ağlarsın.
Su içsen ağlarsın.
Su seni içse ağlarsın.
Kendi de farkında bunun.
Doktora gitmiş.
Doktor çocukluk arkadaşı çıkmış.
Niye ilk bakışta tanıyamadım diye ağlamış.
Sonra bu kadar doktor içinde niye ben sana gelmişim diye ağlamış.
Şaka bir yana, doktor benim de arkadaşım.
Ne yapsın.
Çocukluğundan başlatmış konuşturmaya.
Her seansta anlatıyor.
Yedi yıl oldu, daha 18’ine gelemedi.
Ücretini öderken indirim yaptı diye de ağlıyor zavallı.