Şekip’i gördüm.
Sakarya’da zıkkımlanıyor.
Yalnız oturmuş. Görmezden geleceğim de, o gördü beni.
Çağırdı.
Görürler diye mi korktun dedi.
Ne korkacakmışım.
Şekerli kahve söyledim.
Tedaviyi bırakmış, acısını çıkarıyor.
Rüyasında kendisini çalar saat olarak görmüş.
Kafası da saatin ortasındaymış.
Ellerini yukarı kaldırıp bir türlü kendisini susturamıyormuş.
Yetişmiyormuş çünkü.
13 defa hapşırdım.
Bu sefer alerji filan değil, üşütmüşüm.
Çaresi yok ölürsün dedi.
Ölürüm dedim.
Kabrinin başında içeceğim lan.
Bir kahve daha söylemek istedi.
İstemedim.
Ayrıldım.
O gece rüyamda Şekip’i çalar saat olarak gördüm.
Uçağa yetişecekmişim, saati kurmuşum, kalkma saatim gelmiş, Şekip af edersiniz saat çalmıyormuş, o hengâmede uyanmışım.
Uçak muçak hepsi rüya tabii…
Estağfurullah çekip tekrar zıbardım.
Günü yarı etmişim.
Uyandım.
Şekip’in ablası sayısız aramış sessize aldığım telefondan.
Bu sefer de ben arıyorum o açmıyor.
Beş on dakika sonra döndü.
Yarın öğle namazını müteakip Karşıyaka’da…
Üzgün gülümsedim.
Dışarı çıktım.
Meyhanenin karşısındaki kahveye geldim.
Bir şekerli kahve söyledim.
Masasına baktım.
İçimden bir çalar saat bulup o masaya koyma muzipliği geçti.
Boşu alan garson gayri ihtiyarı çalar saat dediğimi duydu.
Ne istediniz efendim.
Hiç dedim.
Sesli düşündüm.
Öleceğiz.
Çaresi yok.