Şiirin tanıma, tasıma, kavramlaştırmaya, ölçmeye… gelmeyeceği, gelemeyeceği hep söylenip duruldu_durulur. Yine de şiirin ne’liği, nasıl yazılması gerektiği, niteliği, amacı… da hep soruldu_sorarlar. “Boru mu ölçüyoruz; şiirden konuşuyoruz!” karşılığı söyleyeni rahatlatsa da “şiir kaçkını” riyaziyecileri; hesaplı, parlak bulaşık vaziyetiyle “dilin yağını” süzenler duramazlar_durdurmaz. Bir de suyun başına oturup “kaymak sıyırma” psikolojisiyle, “insancıklar”ın yaşamlarına “erdem” buyurma üst-kimliği eklenince işin içine; kim tutar… Öyle demeyin; “kaymak sıyırma” işi, erdem buyurma üst-kimliğiyle birleşince hiç de kolay değildir. Hesaba, sayıya olan merak sebebiyle “ağaçtan düşen gelsin!” misüllü “bindiği dalı kesme” hâlini, hâlin anlamını “yürekten” hissedemiyeceğinden, bilemiyeceğinden zordur. Yaşanılmış, yenilip yutulmuş; yazılıp söylenmiş, hazmedilip hayatın kılcal damarlarından akıtılmış onca besini, sözü, imgeyi nasıl “hesaba-kitaba, sayıya” sığar hâle getireceksin?! Bu durumda “suyun başında olma” duygusu da hayli “su götürür” bir mesele olacaktır. Öyle ya, hazdemedilip akışa katılanlar boşaltım kanallarından yol bulacaktır. Demek ki, hesap merakı “şiir kaçkını” riyaziyecilerin gözlerini bağlamış ve “nerede durduklarını” dahi bilemez, göremez hâle gelmişlerdir_gelirler.

“Kaymağın” kaçırılmaz bir fırsat olarak, hiper bir “alış-veriş” merkezinden seri sonu indirimli satışları “kaçırmadan” aldığımız “sahanda” nasıl duracağı, bu tabakta “kaymak” yenilip yenilemeyeceği de apayrı bir sorunsaldır.

Nitekim, kendini “erdem buyurma” makamında gördüğü insancıkların öyle hazmedilip, hayatın kılcal damarlarından akıtılmış “erdemler”le uyuşabilecek bir yanları olmadığı gibi, burun kıvırıp ters parende bile atmaktadırlar. Onlar bütün “yaşamak”larını, biliştirim ağlarının marifetiyle telokominik üleştirim kablolarında mekansız, zamansız, tarihsiz “online bir zaman”da bir “computer” oyununa bağışlamışlardır. Sayısal, sınırsız, zahmetsiz, bitimsiz, gevşetici, kof; kendinden geçirici mayhoş “online hazlar”ın kucağında genşemek varken, kim neyler senin kaymağını… Bir var ki, bu online hazcıkların insansıcıklarından tam “online” olamayanlar, ne zaman yağmur ya da kar yağsa; “ne olacak bu trafiğin hali, kanalizasyonlar yine taşacak” gibi bir seyirci sızlanmasıyla TV seyretmeyi sürdürmektedirler. Nitekim “Seyirci ölmek üzere olan bir hayvandır.” [Jim Morrison] diyerek bu durumu işaret eden erbab-ı kelam da olmuştur_ olur.

Şimdi, kaymaktan midesi bozulan, “erdem” buyurmaktan “utanan”; üst-kimliklerden sağlığı bozulan, şiirden asla kaçamayan_kaçmayan, kendine, hayatına bir anlam deşmeye, bir duruş edinmeye çalışan, bu olagelen; olagiden “sürekli an”ın içinde eyleyip, “insan fiili”ne çeken şair ne edecektir? Ya “şiir kaçkını” sayısalcılar derekesine inip, düşüp “hesaplı_çizgisel pozitif şiir” peşinde, hazmedilip hayatın kılcal damarlarından akıtılan “dilin kaymağı”nın boşaltım kanallarının başında bekçilik sevdası çekecek, ya da “bindiği dalı kesme” cür’etini göstererek “kendilik duruşunu” kazanma adına, “öz”ünü gürleştirme azmiyle online zaman’ın içinde ama onu kırarak, oyununu bozarak “hesapsız_başıbozuk negatif” şiir peşinde, olagelen_olagiden “sürekli an”a sıçrayıp suyun kaynağına yönelecektir.

Ne dersiniz, mideyi bozma pahasına “kaymak” mı yemeli, yoksa adam gibi “kan”a kana taze su mu içmeli?
E yaa; kan akınca sızlar…